Geçmişin Kurbanları Şimdinin Militanları

“Şiddeti harekete geçiren, insanın kendi kurban durumunda oluşu karşısında duyduğu nefrettir.”

Arno Gruen

 

2010 yılında Ekopolitik çatısı altında bir grup gönüllü arkadaş ile beraber yerel halkın yas tutma süreçlerini incelemek amacıyla Hakkari’ye gitmiş ve birçok aileyle derinlemesine görüşmeler yapma fırsatı bulmuştuk. Hakkari günlerimde bir çete edasıyla dolaşan çocuk grupları başlarda bize karşı oldukça agresif bir tavır takınmış, ancak biz sakin ve kapsayıcı tavrımızı gösterdikçe yumuşamışlardı. Hatta ilerleyen günlerde bize etrafı gösterme görevini bile üstlenmişlerdi. Sıcakkanlı ve samimi bulmuştum onları…

Bir görüşme sonrasında ailenin 10-12 yaşlarındaki erkek çocuğu ile terastan çevreyi izliyorduk. Çocuk heyecanlı bir tavırla işaret parmağını ilerideki bir dağa doğru uzatarak “Orası neresi biliyor musun?” diye sordu. “Neresi?” dediğimde, “Kandil” dedi. O çocuğun bakışlarındaki gururu görebiliyor ve o dağların onun için ne kadar anlamlı olduğunu hissedebiliyordum.

Yine bir kasabanın sokaklarında dolaşırken yemenisini arkadan bağlamış 15-16 yaşlarında genç bir kız, arkadaşlarıyla beraber yürürken arkasına bakmış ve gülümseyerek “Ben dağa gideceğim yakında!” demişti. Bu cümleyle oldukça heyecanlanan arkadaşları onu gülüşmeleriyle onurlandırmışlardı.

Bu çocuklar şimdi büyüdüler ve nerede olduklarını, ne yaptıklarını tahmin etmek çokta zor değil!

Yıllar önce göçe zorlanmış, etnik kimlikleri inkar edilmiş ve yaşadıkları bu acıların yaslarını bile tutmalarına müsaade edilmemiş olan insanlar nasıl ruhsal olarak sağlıklı çocuklar yetiştirebilir ki?!

Bir annenin kendi çocuğuna sevgi hissi aşılayabilmesi için öncelikle sağlam bir kendiliğinin olması ve kendisini yetersizlikleriyle de sevebilmesi gerekir. Travmatize olmuş -hem de birçok kere- ve ruhsal olarak sağlıklı olmayan bir anne çocuğunun fiziksel ihtiyaçlarına cevap verebilse de ruhsal ihtiyaçlarına (sevgi, değerlilik hissi, güven, olduğu gibi kabul edilme vs.) tam anlamıyla cevap veremez. Çünkü çocuğuyla gerçek manada empati kurma yetisine sahip değildir.

Empati yetisinden yoksun anne, çocuğunu sadece güçlü görmek ister ve çocuğunu ancak bu şekilde onaylar. Çünkü aksi bir durum, annenin yetersizliğini hissetmesine neden olur ve anne bu histen istemsiz olarak şiddetli bir şekilde kaçınmayı tercih eder. Bu süreç çocuğun acısını inkârıyla sonuçlanır. Böylece çocuk çaresizlik duyguları içerisinde kendi acısını inkâr etmeyi öğrenir. Kendi acısını inkâr eden insan, pek tabii başkasının acısıyla empati kuramayacak ve kendisinin sebep olduğu acılar için suçluluk duygusu hissetmeyecektir. Suçluluk hissetmeyen ve gerçek manada utanç duymayan insan,  sorumluluk duygusuyla hareket edemez.

Oysa olması gereken çocuğun kendi acısını, suçluluk duygularını açıkça ifade edebileceği bir ortamda büyümesi ve annesi tarafından bu suçluluk duyguları ile sağlıklı yollardan baş etme konusunda duygusal olarak eğitilmesidir. Ancak bu şekilde kişi kendini sevmeyi ve olduğu gibi kabul etmeyi öğrenir. Aksi halde, bir noktada gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalan ve suçluluk duygusuyla baş edemeyen kişide öfke ve şiddet eğilimleri görülür. Bu öfke ve şiddeti dışa yansıması olarak kişi kendine düşmanlar bulur. Suçlu hissetmesi gereken “öteki”dir. Böylece, kişi kendini düşmanı üzerinden tanımlayarak değerli hisseder.

Bu kişilerden bazıları yitik kendilik değerlerini tamir etmek ve hayatta bağlanmak için terör eylemlerine katılabilir, hatta kendini tümden feda edebilir. Bu eylemlerin hissettirdiği güç ve iktidar duygusu, kendi zayıflıklarını unutturur. Zaten ruhsuz olan bedenlerinin bir amaç uğruna dağılacak olması oldukça heyecan vericidir. Ayrıca, başkalarının hayatlarıyla oynamanın verdiği güç hissi onları canlı ve değerli hissettirir. Oysa bu hissi onlara yıllar önce ebeveynlerinin vermesi gerekirdi!

Maalesef bu ebeveynler yıllarca ötekileştirilmiş ve aşağılanmıştı. Bizim gibi genç demokrasilerde ve etnik çeşitliği yüksek coğrafyalarda örnekler say say bitmez… Ancak durum şu ki yıllar önce çeşitli şekilde travmatik deneyimlere maruz kalmış vatandaşlarımız bu deneyimlerinin acılarını yatıştıracak bir yas ortamı bulamadı. Gerek yanlış politikalar, gerek her seferinde eski acıların üzerine konan yeni acılar bu travmatik deneyimleri kalıcı hale getirdi. Bu ebeveynler bir şekilde hayatlarını sürdürdüler ve çocuklarının gözlerinde acı görmeyi reddettiler. Çünkü bu durumun doğuracağı suçluluk duygularına dayanma kapasiteleri yoktu. Eş zamanlı olarak, çocuklarına doğrudan ve dolaylı yollarla travmalarını aktaran ve çocuklarının acılarını inkâr eden ebeveynler, sistem veya karşıtları tarafından feda edilmeye hazır, psikolojik olarak içleri boşaltılmış ruhsuz bir nesil yetiştirdiler.

Etnik, dini, coğrafi vb. herhangi bir grubu doğrudan ya da dolaylı yollarla aşağılarsanız, uzun vadede bu grubun üyelerinin size vereceği zararları baştan göze almış olursunuz. Şu anda Türkiye’de ve dünyada yaşanan da bu değil mi zaten! İnsanlık olarak kısa vadeli ve bencil politikaların sonuçlarını yaşıyoruz. Modern terörizm, ruhsal olarak öldürülmüş ve aşağılanmış yetişkinlerin uzun vadede, kendi içlerindeki boşluğu ancak birilerine büyük çapta zarar vererek doldurabilen ve birilerinin canı aldıktan sonra canlı hissedebilen çocuklar yetiştirmesiyle ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla terörün kısa vadeli politikalarla, insan-kitle psikolojisi faktörü dışlanarak analiz edilmesi ve çözümlenmesi imkânsızdır. Misal, şu anda terör eylemlerine doğrudan veya dolaylı karışmış herkesi halkın tabiriyle “öldürdüğümüzü”, legal otoritenin tabiriyle “etkisiz hale getirdiğimizi” varsayalım. Peki, bu insanların tanıdıkları, akrabaları ne olacak? Psikolojik olarak “etkisiz hale getirdiğimiz” bu insanlar yine uzun vadede ruhsal olarak ölü çocuklar yetiştirecek ve kısır döngümüz kaldığı yerden aynen devam edecek!

Terör sorununun çözümü için insana yatırım esas ve şarttır. Ve bu yatırıma kadınlar ve çocuklardan başlanmalıdır. Kişilere yaslarını tutulabilecekleri politik ve sosyal ortamlar sağlanmalı ve çevrelerinde çocukların model alabilecekleri sağlıklı insanların yetişmesine olanak verilmelidir. Ayrıca farklı kesimlerden insanların birbirlerine ruhsal olarak dokunabilecekleri, birbirlerinin acılarını hissedebilecekleri bir diyalog ortamı oluşturulmalıdır. Çünkü ancak başkasının acısını hissedebilen bireyler kötülükten uzaklaşabilir. Bu amaçlar etrafında şekillenecek sosyal projeler bizim barış öncülerimiz olabilirler ve toplumsal barışa giden yolu bizim için aydınlatabilirler. Karanlıkta kaybolmak istemiyorsak bu ışıkları yakmanın tam zamanıdır bence!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s