15 TEMMUZ- BİZE NE OLDU?

15 TEMMUZ
BÖLÜM I- BİZE NE OLDU?

“Gerçek kahramanlık yaşanan deneyimleri bastırıp inkâr etmek değil, onları açıkça kabullenecek cesarete sahip olmaktır.”
Peter Levine

15 Temmuz gecesi bizler için hem bireysel hem de toplumsal manada travmatik bir geceydi. Artık büyük ölçüde gündelik uğraşlarımıza geri dönsek bile, halen o gecenin ve artçılarının ruhsal dünyamızdaki travmatik etkilerinin sürdüğünü itiraf etmeliyiz.

Hemen hemen hepimiz (özellikle İstanbul ve Ankara’da olanlar) 15 Temmuz gecesi hazırlıksız yakalandık ve bir şok geçirdik. O gece bazı aileler bir araya gelemedi, birçok kişi en çok ihtiyaç duydukları anda o geceyi yalnız geçirmek zorunda kaldı, biranda istemsiz bir şekilde olayların tam ortasında buluverdik kendimizi… Kimimiz ise darbe girişimine engel olmak için ve/veya liderinin çağrısına cevap vermek üzere kurşunların önüne siper etti kendisini.

O gecenin ardından, birdenbire, darbe girişiminin faili FETÖ hareketine karşı bir kenetleme yaşadık ve halk günlerce meydanlarda demokrasi nöbeti tuttu. Sonrasında ise yine ‘birdenbire’ köprünün adının değişmesi, idamı geri getirme talebi, hainler mezarlığı tartışması ve binlerce insanın işten çıkartılması, hatta tutuklanması… Bütün bu süreçler bende bu konunun bireysel ve toplumsal manada psikolojik boyutunu yazma isteği uyandırdı.

Bireysel anlamda, 15 temmuz gecesinin ardından travma sonrası stres bozukluğu belirtileri gösterebiliriz. Aniden sıçramalar, herhangi bir uçak geçerken aşırı korku ve tepki verme, uzun vadeli plan yapamama, haber izlemekten kaçınma, para biriktirme isteği, ölüm korkusu, kâbus görme, kimseye güvenememe vb. durumlar/duygular yaşayabiliriz. Anksiyete bozukluğu olan kişilerin kaygıları daha da artar, travma geçmişi olan kişilerin travmaları aktive olabilir. Günlük hayatımızda yaptığımız şeylerden zevk alamayabiliriz ve hayata karşı anlamsızlık hissine kapılabiliriz. Bunun haricinde –özellikle bir yakınımızı kaybettiysek- hayatta kalma psikolojisi ile suçluluk duyguları hissedebiliriz. Farklı görüşlerden insanlarla daha az iletişim kurmayı tercih ediyor olabiliriz. Gerçeklikten uzaklaşıp belirli paranoyalar üretebiliriz. Günlük hayatımızda daha sabırsız ve toleranssız hale gelebiliriz.

Eminim birçok kişi yukarıdakilerden en az birini yaşamıştır veya halen yaşıyordur. Birçok kişi ise tam tersine ‘güçlü’ Türkiye olmanın ve darbeye karşı durmanın hazzından olsa gerek daha metanetlidir. Ancak travma dediğimiz şey hemen sonraki gün atlatılabilecek bir şey değil ne yazık ki. Her ne kadar millet olarak darbe girişimini engelleyebilmenin haklı gururuyla kutlamalar yapsak da yaşadığımız acıların yatıştırılması ve yasının tutulması gerekiyor. Peki, nasıl yas tutabiliriz? Bir ve bütün olarak, birleştirici ve onarıcı bir liderin önderliğinde ve elbette uygun ortamın sağlandığı koşullarda!

Peki, uygun ortam derken neyi kastediyorum? 15 Temmuz gecesi çok yoğun korku ve çaresizlik duyguları yaşadık. O geceden sonra bu duygularımızı yatıştıracak yani artık korkmamıza gerek kalmadığını, çaresiz olmadığımızı hissettirecek bir ortam bekliyorduk. İşte bu ortam güvenli ve uygun bir ortam olurdu.

Başlangıçta Cumhurbaşkanı’nın kapsayıcı dili ve farklı parti liderlerinin bir araya gelmesi umut vericiydi. Ancak sonrasında OHAL kapsamında yapılan ani ve beklenmedik tutuklamalar, hainler mezarlığı girişimi, çeşitli insanların birbirini FETÖcü ilan etmesi, farklı kesimlerden veya farklı düşünen insanların birbirine tahammülsüzlüğü (şoföre şemsiye fırlatmak, şortlu kıza tekme atmak, müezzini darp etmek gibi) vb. yaşanmışlıklar bize adeta hala korkmamız gerektiğini ve çaresiz olduğumuzu fısıldıyordu. O kadar ki, birçok kişi Yenikapı mitingine, sırf orada olmuş olmak için gitti ve maalesef orada olduğunu belgeleme ihtiyacı duydu. O kadar ki, hala birçok kişi toplumsal linçe maruz kalmamak için düşündüklerini tam manasıyla ifade edemiyor. O kadar ki, birçok genç geleceklerini ülke dışında şekillendirme hayali kuruyor. O kadar ki, bu satırları yazarken ben bile doğruları söylüyor olmaktan endişeleniyorum!

Farklı fikirlerdeki insanların fikirlerinin bastırılması kısa vadede etkili sonuçlar verse de uzun vadede olumsuz sonuçlar doğurduğunu tarihimize bakarak görebiliriz. Bu durum kısır bir döngü şeklinde Cumhuriyetin başından beri süregeliyor.

Kısır döngü şöyle işliyor; güç sahibi olan -birlik ve bütünlüğü korumak kaygısı, bazen kendi suçluluk duyguları- sonucu muhalif kesimi çeşitli yollarla bastırıyor. O dönem bastırılan muhalif kesim derinden yaşadığı çaresizlik ve aşağılanma duygularını yatıştıramıyor ve bir sonraki nesile aktarıyor. Yeni nesil daha doğuştan bu öfke kodlarını taşıyor. Bu ‘mağdur’ olan kesim halk tarafından iktidara oturtuluyor ve kendisinden öncekilerin kendilerine yaptığı gibi muhalif kesimleri bastırıyor. Böyle sürüp gidiyor ve birileri bu kısır döngüyü durdurmazsa daha da gidecek gibi!

Trajikomik bir şekilde FETÖ nün ülkemizde bu denli yayılmasının sebeplerinden bir tanesi de muhafazakâr kesimin uzun süre eski erk sahipleri tarafından bastırılması idi. Dindar olan ve dinini yaşamak isteyen kişiler kendilerini dışlanmış ve bastırılmış hissettiği için ‘var hissedebilecekleri’ cemaatlerin içine girdiler. Tam anlamıyla dindar olmayanlar da FETÖ tarafından kandırıldı. Aileleri tarafından ihmal edilen bireyler sevgi gördükleri kanallara kayıp yönlendirilmeye açık hale geldiler. Ve sonuçları ortada…

Çok zor bir dönemden geçiyoruz. Ağır bir toplumsal travmanın ardından hiçbir şey olmamış gibi ‘güçlü görünmek’ ve ’15 Temmuz Destanı’nı yedi düvele duyurmak haricinde önce insan olduğumuzu ve acılarımızı yatıştırmaya ihtiyacımız olduğunu fark etmeliyiz. Ayrıca kendi acılarımızı ve mağduriyetimizi, başkalarına karşı adil olmayacak kadar zalimce bastırarak ve aşağılayarak yatıştıramayız. “Kurunun yanında yaşta yanar” mantığını benimsemek ‘yaş’ olanları ve onların ailelerini uzun vadede mağdur etmek ve düşman kazanmak anlamına gelir. Masum olan ve mağdur edilen kesim, başlarda gerek korkudan gerekse başka sebeplerden mağduriyetini bastırsa dahi, uzun vadede yukarıda bahsetmiş olduğum kısır döngü devreye girecektir. Mesela, bir danışanımdan, subay lojmanlarında çocukların oyun oynarken, bazı çocukları (babaları FETÖ den dolayı açığa alındığı için) dışladığını ve aşağıladığını öğrendim. Bu çocukların içine uzun vadeli nefret tohumları atmanın hiçbirimize bir yararı olduğunu sanmıyorum.

Yorum bırakın