“Madde”nin Peşinde Kaybolan Bizler ve “Mana”nın İzinde Yok Edilen Katharlar

“Sonsuz bir hiçlik içinde aylak aylak dolaşmıyor muyuz? Yüzümüzde boşluğun nefesine duyumsamıyor muyuz? Hava şimdi daha soğuk değil mi? Geceler gittikçe daha fazla karanlıklaşmıyor mu? Tanrı öldü! Tanrı öldü! Onu öldüren biziz!”

   Nietzsche

Garip… Ben aslında bu yazıyı ‘panik atak’ ile ilgili yazacaktım. Panik atak ve sebeplerini düşünürken kendimi karmaşık bir düşünseler silsilesi içerisinde buldum. Sonra her ne olduysa Nietzsche’ye kadar gelmişim.

Size “Panik ataktan kurtulmanın 5 yolu” diye bol beğeni toplayacak bir yazı ile gelebilirdim. Ve siz de bunları uygulayabilirdiniz. Ancak gerçek şu ki, derindeki manaya ulaşmadıkça bu tavsiye edilen yüzeysel yollar sadece bedeni kandırmaca ve anı kurtarma olarak kalacaktı.

Biliyorsunuzdur; modern psikoloji batı temellidir. Terapi yöntemleri çoğunlukla batılı düşünürlerin kuramlarına göre şekillenir. “E biz de uzun zamandır yüzümüzü batıya döndük, bunda ne sorun var ki?” dediğinizi duyar gibiyim. Bir psikoterapist olarak birçok konuda batıya minnettarım. Ancak hayatımızın her alanına tesir etmiş olan materyalist bakış açısı, aşırı bireyselleşme ile birlikte modern psikoloji bilimi de yavaş yavaş sıkışmış hissediyor olmalı ki son zamanlarda -temelini doğudan alan- spirituel uygulamaları içerisine katmaya başladı.

Sanayi devrimi ve kapitalizm gibi olguların getirdiği materyalist bakış açısı sayesinde uzun yıllardır maddeye daha da bağlandık. Önceleri maddenin ve maddenin getirdiği niteliksel kolaylığın insanlığa hizmet edeceğini düşündük ancak bir de baktık ki biz onun kölesi olmuşuz, onun tarafından yutulmuşuz. Başka bir deyişle onunla özdeşleşmişiz. Bu bana Yüzüklerin Efendisi filmindeki güç yüzüğü ile onu takan kişinin ilişkisini anımsatıyor. Yüzüğü takanlar başlangıçta yüzüğü insanların iyiliği için kullanmayı amaçlıyor. Sonra yüzüğe bağlanıyor, onsuz yapamaz oluyorlar. Hatta yüzük için kendine ve diğerlerine zarar verecek kıvama geliyorlar. Adeta yüzük efendi, takan kişi köle durumuna geliyor. Aynı günümüz insanları ve madde gibi… Madde değerli olup da kişiyle özdeşleşince, insanlar somut değerlere göre yargılanıyor ve yargılıyor. Para, güzellik, meslek, kıyafet, araba, ev gibi değişken olan ve öldüğümüzde geride bırakacağımız maddesel şeyler bizim değerimizi belirliyor. Mana ise kaybolup gidiyor. Kaybolan mana ile birlikte bizim ruhlarımız da kayboluyor. Bu sentetik hayatlarda anlam arayışına girmeye bile yeltenmiyoruz artık. Sürekli bir telaş, arzu, haz arayışı içerisinde maddeye ulaşmaya çalışıp, sonunda manevi tatmin yaşayacağımızı zannediyoruz. Ne yazık ki boşa kürek çekiyoruz.

İşte panik ataklar, anksiyeteler, obsesyonlar bu manadan kopan ruhların derinlerinden gelen imdat çığlıkları!

Manadan kopmak demişken, dünyada ve/veya ülkemizde halen manevi değerleri olan insanlar var elbette… Fakat üzülerek de olsa şuna değinmeden geçemeyeceğim; manevi değerler de maddeleşmiş ve manadan arınmış haldeler… Sırayla her kavramın içi boşaltılıyor. İnanç dediğimiz olgunun mana tarafı değil madde tarafı öne çıkartılıyor. Farklı sembollerle, propogandalarla inançlar değersizleştiriliyor. İnsanların manevi değerlerini de görünene göre yargılıyoruz. Mesela kadının başı örtülü ise, siyasetçinin dilinden Allah, millet, vatan lafları eksilmiyorsa gerisine bakmayıveriyoruz. Altındaki mana arayışından vazgeçmişiz. Değerli olan görünüş, aleni olan… Daha derin hasletleri göremez olmuşuz. Sonuç olarak, işte tam da bu tarafımızdan manipüle ediliyoruz. Manevi değerlerimize dokunan herhangi bir maddi sembol gördüğümüzde içimiz ürperiyor, kendimizi kaptırıveriyoruz.  Ver mehteri!

stanbulun-fethi-filmi

Annem ve babam geçen Ramazan’da bir gece sahur için Sultanahmet’e gitmişti. Meydan hıncahınç dolu. Tabir-i caizse iğne atsan yere düşmez. Ünlülerden biri canlı yayında sahur programı yapıyor. Allah adıyla ağlayan insanlar, gözleri yaşlı dua edenler… Annemler de camide yer kalmaz endişesiyle hızlı hızlı bir şeyler yiyip sabah namazını cemaat eşliğinde kılmak üzere kendilerini camiye atıyorlar. Bir de ne görsünler, camide onlar dahil toplam 10 kişi var-yok. Allah nidalarıyla ellerini yumruk yapıp kalplerine vuran o insanlar nerede? Elbette Allah’a olan sevgilerinin namaz kılmak ile doğru orantısı olmayabilir. Eleştirdiğim yanlışa düşmek istemem. Fakat yine de burada doğal olmayan bir şey var bence… Belki de Nietzsche “Tanrı öldü” derken bunu kastetmiştir. “Biz onu öldürdük, ben ve siz. Hepimiz onun katilleriyiz! Nasıl yaptık, nasıl uçsuz bucaksız bir denizi yuttuk tükettik?” diyen Nietzsche her şeyi manadan arındıran ve tüketen bizlerin manevi değerleri de tükettiğini ve değersizleştirdiğini anlatmak istemiştir.

İşte tam bu noktada size bir topluluğun hikayesinden bahsetmek istiyorum. 12.yy gibi karanlık bir dönemde Güney Batı Fransa’da maddenin niteliğinden ziyade mananın özünün arayışına girmiş bir topluluk…  Bunlar “temiz ruhlu” veya “arınmış” manasına gelen Katharlar’dı (Cathars)! Katharlar kendilerini asıl Hristiyanlar olarak görüyor ve kilisenin dayattığı birçok dogmayı reddediyorlardı. İsa’yı Tanrı’nın oğlu değil, bir elçi olarak görüyor, çarmıha gerildikten sonra ölmediğini düşünüyorlardı. Her insanın eşit olduğunu, insan ve yaratıcısının arasına hiç kimsenin giremeyeceğini savunuyorlardı. Onlar Tanrı’nın maddeden arındığına inandıkları için mal-mülk edinme sevdalısı değillerdi. Sanat ve edebiyat ile uğraşırlar, siyasete ilgi duymazlardı.

DSC02700

Katharların direndiği yerlerden Lastours Kaleleri 

Tüm bunlar bütün gücünü maddeden alan Kilise’nin hiç hoşuna gitmedi ve sonuç olarak Katharlar “sapkın” ilan edildiler. Ne acı ki, ilk engizisyon ateşi gerçek Hristiyanlar için yakıldı! 1209 yılında Papa, o zamanki Fransa Kralı II.Philippe ile anlaşarak Katharların üzerine acımasız bir haçlı seferi düzenledi ve 20.000 insan katledildi. Bu katliam sırasında Katharları korumak amacıyla katoliği, yahudisi her türlü inançtan insan Beziers Katedraline sığındı. Katedralin kapısına dayanan Haçlı birlikleri bölgenin piskoposuna sordular:

“Tanrı’nın kullarını şeytana tapanlardan nasıl ayıracağız peder?”

“Hepsini yakın! Tanrı kendi kullarını ayırır.”

TLSMacCulloch

Katharların yakılması

Ne yazık ki trajedi Beziers katliamı ile bitmedi. 1244 yılına kadar katliamlar devam etti. Katharlar yıllar boyunca farklı Kathar kalelerinde direnmeye devam ettiler. Sonunda Engizisyon Başkanı, Montsegur Kalesi’nde 200 “Kathar Kusursuz”larına inançlarından dönmelerini, böylece ruhlarının ve canlarının bağışlanacağını söyledi. Fakat Kathar Kusursuzları inançlarından dönmek yerine alevlere teslim olmayı yeğlediler. Ağızlarından dökülen son söz “Biz kardeş değil miydik?” oldu.

blogger-image--1139799098

Montsegur Kalesi

Efsaneye göre son anda Montsegur Kalesi’nden birkaç Kathar -öteden beri sahip oldukları- hazineleriyle birlikte kaçmayı başarmıştı. Mananın özünden uzak kilise bu hazinenin somut olduğunu (Kutsal Kâse) iddia etse de maddeden tamamıyla vazgeçmiş olan Katharların hazinelerinin soyut bir anlam taşıdığını söyleyenler de var. Hatta tüm bu olaylardan yaklaşık yüzyıl sonra Kilise ve Krallık tarafından aynı muameleye maruz kalan Tapınak Şövalyeleri’nin zenginlikleri ve düsturlarını Katharlardan aldıkları söylenir.

 

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s