Henüz 10-11 yaşlarındayken yazlıktaki rutubet kokulu kitaplıktan babaannemin eski aşk, gizem, macera içerikli romanlarını keşfedip okuduğumdan beri İskoçya gitmek için can attığım yerlerin başında geliyordu. Ne mutlu bana ki bu sene o yemyeşil vadileri, adeta gökyüzünden süzülen şelaleleri, İskoç ineklerini, hayalet hikayeleriyle dolu karanlık sokakları, dik yamaçlara vuran sert okyanus dalgalarını, heybetli şatoları çıplak gözle görebildim.
1.GÜN
Biz gezimize Edinburgh’dan başladık. Edinburgh’da havalimanından merkeze Airlink100 isimli otobüse binerek otobüsten Waverly Tren İstasyonunda indikten sonra gezimiz başladı.

Cockburn Caddesi
Ünlü Royal Mile caddesine giderken önümüze çıkan kıvrımlı ve üzerinde güzel kafeler ve dükkanlar olan Cockburn Caddesi’ne hayran kaldım. Size bu cadde üzerindeki birkaç yerden bahsedeyim. Birincisi Harry Potter temalı bir hediyelik eşya dükkânı, adını tam hatırlayamıyorum ancak bu caddede zaten bir tane olduğu için kolay bulacaksınız. İkincisi belki de şehirdeki en güzel Haggis’i yiyebileceğiniz Arcade Haggis&Whisky House ki buraya muhakkak önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Burada çok güzel bir akşam geçirdik. Üçüncüsü yine ortamı ve yemeklerinden çok memnun kaldığımız bir deniz mahsulleri restoranı olan Ecco Vino. Burada yemek seçmeye çalışırken yan masadaki tontiş iki amca bize yediklerini överek aynılarından sipariş etmemizi sağladı. Son olarak sokak lezzetleri ve gün içinde atıştırmalıklar sevenler için The Baked Potato Shop şiddetle tavsiye edilir. Gördüğünüz üzere vaktimizin çoğu yemekle geçti.

Haggis ve Balkabağı Çorbası
Biz gittiğimizde Fringe Festivali olduğu için sokaklar canlı ve kalabalıktı. Bazı etkinliklere katıldık ancak ne yazık ki ünlü bando gösterisi Royal Military Tattoo’yu kaçırdık. Siz giderseniz önceden bilet almayı ihmal etmeyin.
Edinburgh’un olmazsa olmazlarından Royal Mile caddesinde yürüyüp dükkanları gezdik, sokak gösterilerini izledik.

Royal Mile’da Festival Geceleri
Edinburgh Kalesi ile Holyrood Sarayı arasındaki mesafe yaklaşık bir mil (yani yaklaşık 1.6 km) uzunluğunda olduğu için bu caddeye Royal Mile demişler. Caddedeki St. Giles Katedraline girdik ki bu katedralin beni pek etkilemediğini not düşeyim. Edinburgh’daki eski şehirde bir sürü “close” dedikleri çıkmazlardan var. Bunlardan biri olan “Mary King’s Close” başlığı altında yaklaşık 1 saat süren interaktif bir tura katıldık. Bunun için biletimizi önceden almıştık.
Mary King’s Close turları saatte bir düzenleniyor. 13-15.yy. Edinburgh’un günlük yaşamını anlayabileceğiniz ve şehrin mimari, siyasi, toplumsal tarihi ile ilgili bilgiler alabileceğiniz eğlenceli bir aktivite. İşin en ilginç yanı, aslında bu yer altı şehirlerinin bir zamanlar normal sokaklar olması. Royal Mile esasen kale ve sarayı bağlayan ve bir tepeyi takip eden bir yolmuş. O tepeden aşağıya doğru sıra sıra sokaklar uzanıyormuş. İlerleyen yıllarda şehir için bir yeniden planlama yapıldığında mimarlar eski binaları yıkıp yenilerini yapmak yerine tamamını zeminin altında bırakacak şekilde Royal Mile hizasında yeni yapı alanları oluşturmuşlar ve eski yerleşimlerin üzerine Royal Mile seviyesinde girişleri olan yeni binalar inşa etmişler. Böylece yerin altına inmeden yer altı yerleşimleri oluşmuş. Mary King’s Close da tam olarak parlamento binasının altında kalmış.
2. GÜN
Sabah erkenden Edinburgh Kalesi’ne doğru yol aldık. Kale için biletlerimizi önceden almıştık. Kalenin önünde oluşan kuyruğu görünce biletleri önceden almakla iyi bir karar verdiğimizi anlamış olduk.

Kaleden manzaraya bakış
Kale kapısından geçerken bizi karşılayan William Wallace heykeline göz kırptık. Ne de olsa Braveheart filmi ile büyümüştük. Kale oldukça büyük ve kalenin dolu bir içeriği var. Dolayısıyla üç-dört saati gözden çıkartmak gerekiyor. Askeri bir amaçtan ziyade bir yaşam alanı olarak tasarlanmış. Pek çok bölümden oluşuyor. İskoçlar her zaman savaşçı bir millet olmuşlar. Dolayısıyla kalenin zirvedeki en gözde bölümü İskoç askerleri anısına yapılmış milli bir anıt. Anıt kısmını gezerken yazılara da özellikle dikkat etmekte fayda var. Prisons of War ve Regimental Museum da kalenin diğer ilgi çekici bölümleri. Kraliyet Mücevherlerine ait bölüm insanı heyecanlandırsa da içeriye girince biraz hayal kırıklığı yaratabilir. Kaleden ayrılmadan önce mutlaka panoramik şehir manzarasına sahip restoranında bir kahve içmenizi ve hediyelik dükkanına uğramanızı öneriyorum.
Kaleden çıkınca viski tadım turu yapabilir ve/veya eğlenceli bir aktivite olan Camera Obscura’ya girebilirsiniz. Biz bunlara girmemeyi tercih ettik. Kalenin en dış kapısından çıkınca hemen solda birkaç katlı bir mağaza göreceksiniz. En alt katında geleneksel İskoç kıyafetlerinin ve kumaşlarının üretimini görebilir ve bu mağazadan alışveriş yapabilirsiniz.
Biz bu mağazadan çıktıktan sonra Harry Potter’ın yazarı J.K. Rowling’in kitabı yazmak için ilham aldığı kafe olan “The Elephant House”a uğradık. Sonrasında yazarın “Hogsmeade” için ilham aldığı cadde olan Victoria Street’e gittik.

Victoria Caddesi
Bu kıvrımlı caddede de oldukça hoş dükkanlar bulacaksınız. Biz özellikle Harry Potter içerikli dükkanlarda uzun süre oyalandık.
İskoç Ulusal Müzesi’ne girmeye niyetlenmiştik ancak önünde uzayan kuyruğu görünce vazgeçtik, girmedik. Ancak Edinburgh’a dair üzen tek şey bu oldu. Sizi girerseniz bana ne kaçırdığımı söylersiniz.

Princes Street Bahçeleri
Royal Mile’de bir süre oyalandıktan sonra Princes Street Gardens dedikleri parka uğrayıp Dean Village’e kadar yürüdük. Yürüyüş yaklaşık 25 dakika sürüyor. Yürüyüş yolunda (Princes Street) solda kalenin uzaktan güzel fotoğraflarını çekebilirsiniz. Dean Village’i anlatmama gerek yok, fotoğraf kendini anlatıyor zaten.

Dean Village
3.GÜN
Üçüncü gün rotamızı Stirling Kalesi’ne çevirdik. Edinburg’dan yaklaşık 1 saat süren bir araba yolculuğu ile Stirling’e ulaştık. Şehrin tabelaları ile birlikte uzaktan Stirling Kalesi tüm heybetiyle sizi karşılıyor.

Stirling Kalesi

Kalenin Ön Tarafından Manzara
Kale Forth nehrinin yanındaki geniş bir düzlüğün ortasında bulunan yüksek bir kayalığa inşa edilmiş. Bir yaşam alanından çok stratejik bir noktada kurulan bir garnizon olarak kullanılan Stirling Kalesi İskoç tarihinde çok önemli bir yere sahip. Zira tarih boyunca birçok kez İskoçlar ve İngilizler arasında el değiştiren bölge, İskoç Bağımsızlık Mücadelesi’nin en büyük zaferine ev sahipliği yapmış. 1297 yılında Forth nehri üzerindeki Stirling Köprüsü’nde Cesur Yürek filminden tanıdığımız William Wallace tarafından komuta edilen 2.300 kişilik İskoç birlikleri İngiliz Kontu John de Warenne tarafından komuta edilen 10.000 kişilik İngiliz birliklerini yenilgiye uğratıyor. Bu zafer İskoç Bağımsızlık Mücadelesi’nin zirve noktalarından biridir. Hatta Cesur Yürek filminde de anlatıldığı üzere İskoçlar Stirling zaferinden sonra York şehrine kadar ilerlemiş.
Tüm araziye hakim konumda bulunan kale oldukça iyi korunmuş. Girişin hemen solunda kalan bahçesi ve bahçeden görünen manzara harika. Ayrıca kalenin surları üzerinde güzel İskoçya manzaraları eşliğinde huzurlu bir yürüyüş yapabilirsiniz.

Surlarda Yürüyüş
Kaleyi gezmeyi bitirdikten sonra kale girişinin sol tarafındaki küçük büfeden leziz yemekler alarak bu güzel manzaraya karşı yiyebilirsiniz. Yemeğinizi yerken kalenin karşısında küçük bir tepede ağaçların arasından yükselen William Wallace Anıtı’nı da görebilir, yemekten sonra isterseniz ziyaret edebilirsiniz.
Günün ikinci durağı Drummond Şatosu’nun bahçeleriydi. Kıta Avrupa’sı tarzında inşa edilmiş olan şato hala sahipleri tarafından kullanılan özel bir alan. Ziyarete açık olan kısım sadece bahçeleri olmasına rağmen gezilmeye değer. Bahçeleri dolaşmak çok keyifli ve şatoyla bahçelerin bütünleşik manzarası güzel fotoğraflar sunuyor.
Günün son durağı Outlander dizisiyle ünlenen “Devil’s Pulpit”, diğer adıyla “Finnich Glen”. Son dönemde oldukça ünlü olsa da özel bir mülkün içerisinde yer alması nedeniyle ulaşması oldukça zahmetli. Hatta yeterinde araştırmadıysanız ve yön duygunuz çok kuvvetli değilse bulamayabilirsiniz. Nitekim biz de ilk denememizde hedeflediğimiz noktayı bulamadık.

Devil’s Pulpit
İlk başta arabanıza park yeri bulmak kolay olmuyor. Çok yakına park etmek mümkün değil, o yüzden biraz yürüyüş yapmanız gerekiyor. Google haritaların sizi götürdüğü konumda bir köprü var. Devils Pulpit’in işareti olan tarafa döndüğünüzde köprünün sağında yıkılmış bir duvardan atlayarak bir özel mülke giriyorsunuz.

dik merdivenler
Her yerde patikalar göreceksiniz ama siz ana patikayı takip edin. Zemin oldukça kaygan ve patika zaman zaman dik yamaçlara sıfır geçiyor. Bu yüzden bastığınız yere dikkat etmekte fayda var. Herhangi bir koruma önlemi yok. Yaklaşık 5 dakikalık bir yürüyüş sonrası sol tarafınızda merdivenler bulacaksınız. Merdivenlerden inmek heyecan verici. Burada kastettiğim doğasının güzelliği değil, tehlikesi!
Düşmeden inmeyi başardığınızda buraya neden geldiğinizi idrak edebiliyorsunuz. Çok sıradışı bir ortam, yosun tutmuş dik kayaların arasından akan kırmızı renkli bir dere, gerçekten de bir şeytanın inine yakışır bir manzara… Kanyonun tam anlamıyla tadını çıkarabilmek için yer yer dizlerinizi geçen sulara girmeniz gerekebilir. Hazırlıklı olmanızı tavsiye ederim.

Kanyonun En Popüler Yeri
Finnich Glen’den sonra günün yorgunluğunu Balloch’da Loch Lomond’un kıyısındaki Innkeeper’s Lodge Loch Lomond isimli otelimizde attık. Restoranı, yemekleri, ambiyansı, çalışanları ve konumuyla harikaydı.
4.GÜN
Güne erkeden Loch Lomond kıyısında uzun ve keyifli bir yürüyüşle başladık.

Lomond Gölü

Balloch Şatosu
Otelimizden Balloch şatosuna kadar yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüş yolunu çok keyifli bir şekilde tamamlayıp İskoçya gezimizin asıl durağı olan Skye Adası’na doğru yola çıktık. Lomond Gölü’nü çevreleyen sıradağlar ve üzerindeki bulutların arasından sızan ışık oyunlarının göle ve dağlara yansımalarının yarattığı nefes kesici manzaralar eşliğinde Coe Vadisi’ne geldik. Glencoe’dan geçerken İskoçya’nın düzlük arazilerinden –lowlands- yüksek ve dağlık kısımlarına –highlands- geldiğimizi net bir şekilde hissettik.

Glencoe Vadisi
Glencoe İskoçya’nın en güzel manzaraları olan ve en romantik vadisi olarak gösteriliyor. Vadi aynı zamanda Harry Potter, Skyfall, Highlander, Rob Roy gibi pek çok ünlü filme set olmuş.

Highlands Ezgileri
Vadiden ilerlerken yolun uzunluğundan bağımsız olarak her an durup her manzarayı izlemek istediğiniz için ilerlemek oldukça zor. Bu vadiden arabayı öylece sürüp geçmek hem kendinize hem de Glencoe’ya haksızlık olur.

Vadiye Bakış
Bu vadide güneş bulutlarla sürekli mücadele halinde, dereler Tanrıların gözyaşlarıymışçasına bulutlardan aşağı doğru süzülüyor, vadinin gerçek sahibi olan özgür koyunlar her yerde, şelalelerin sesi ruhunuzu dinlendiriyor ve siz gerçek dünyada masalları yaşıyorsunuz. Benim vadide etkileyici bulduğum yerlerden bazıları: Falls of Falloch, Loch Ba Viewpoint, Etive Mor Waterfall, The Meeting of Three Waters, Loch Achtriochtan.

Coşkum çok belli oluyor mu?
Ne yazık ki Glencoe’nun tarihi, doğal güzellikleri gibi insanda olumlu hisler uyandırmıyor. 13 Şubat 1692 yılında MacDonald klanı üyeleri kendi evlerinde misafir ettikleri başka bir klandan olan Robert Campell ve onun adamları tarafından katlediliyor. Krala bağlılık yeminini geciktirmek zorunda bırakılan Macdonald’lara kurulan bu komplo daha sonra ülkede büyük yankı uyandırıp Jacobite Yükselişine ön ayak oluyor. Taht Oyunları dizisindeki Kanlı Düğün bölümünün de Glencoe Katliamı’ndan ilham alınarak yazıldığı söyleniyor.
Glencoe’yu geçtikten sonra yönümüzü Glenfinnan’a çevirdik. Glenfinnan Highland’in batısındaki tren yolu üzerinde Fort William ve Mallaig arasında kalan bir vadi. Bu vadideki viyadük ve buradan geçen buharlı Jacobite treni birçok filme set olarak kullanılmış. Harry Potter ve arkadaşlarının Hogwarts’a giderken Londra’dan bindikleri tren buradan geçiyor!

Glenfinnan Viyadüğü
Glenfinnan viyadüğünden trenin geçişini izlemek için şuradan Fort William’dan kalkış saatlerine bakıp yaklaşık 20 dakika sonra viyadüğü görebileceğiz bir açıda konumlanabilirsiniz. Bunun için arabanızı Glenfinnan anıtının otoparkına bırakabilir ve sonrasında kısa bir yürüyüşle viyadüğe yaklaşabilirsiniz. Yukarı çıktığınızda karşılaşacağınız manzara nefes kesici.

Glenfinnan’ın en önemli özelliği Jacobite’lere ev sahibi olmuş olması
Glenfinnan’da buharlı Jacobite trenini yakalayıp fotoğrafını çektikten sonra fazla oyalanmadan yola koyulmamız gerekiyordu. Oysa buradaki dağlık arazilerde uzun bir trekking yapıp doğal güzelliklerinin daha fazla tadına varmak isterdim.

Yollardan Manzaralar

İskoçya’da saçların düzgün durması imkansız
Glenfinnan’daki hediye dükkanından aldığımız albümden İskoç müzikleri dinleyerek harika manzaralar eşliğinde Eilean Donan Kalesi’ne doğru yaklaşık 2 saatlik bir yolculuk yaptık.

Eilean Donan Kalesi
Eilean Donan Kalesi’ni ilk gördüğümde lisede bilgisayarımın duvar kâğıdı olan yere gelmenin mutluluğu içerisindeydim. Bu kalenin hangi açıdan bakılırsa bakılsın gerçekten de masalsı bir manzarası var. Eilean Donan tam anlamıyla manzarayla dans eden bir yapı.

İnsanlar yokken pozu kaçırmayayım!

Masalsı Eilean Donan
Eilean Donan Kalesi’ni gördükten sonra günün yorgunluğu üzerimize çökmüş bir halde 2 gece kalacağımız Skye Adası’na geçtik. Adaya feribotla veya karayoluyla geçebiliyorsunuz. Biz yakınlığı sebebiyle köprüyü tercih ettik. Köprüden geçerken güneşin dağların arkasında batmasını ve kızıl rengini denize vermesini seyrettik. Köprüden geçmek bile bu kadar keyifliyken feribotla geçmenin ne hisler uyandıracağını tahmin etmek zor değil. Adanın en yoğun nüfuslu yeri olan Portree’deki otelimize vardığımızda önceden rezervasyon yaptırmadığımız için hiçbir restoranda yer kalmadığını öğrendik ve o gece aç yattık. Siz siz olun Portree’de aç kalmak istemiyorsanız bir gün öncesinden akşam için rezervasyon yaptırın.
5.GÜN
İskoçya planını yaparken havanın açık olmasını dilediğim tek gün olan bu günde hava ne yazık ki kapalı, rüzgarlı ve yağmurluydu. Biz yine de yılmadık ve erken kalkıp geleneksel İskoç kahvaltımızı yaptıktan sonra adayı keşfe çıktık. Old Man of Storr denilen bol manzaralı trekking planımızdan hava muhalefeti dolayısıyla vazgeçip rotamızı kuzeye, Kilt Rock dedikleri uçurumun yamacından aşağı, okyanusa doğru akan güçlü şelaleye çevirdik.

Kilt Rock

Isle of Skye
Adanın yolları sadece tek araba geçebilecek genişlikte ve karşıdan gelen arabaya yol vermek için 100 metrede bir passing place dedikleri kısmen daha geniş geçiş alanları mevcut.

Staffin’e giden yoldan manzara
Kilt Rock izleme noktasında manzara izledikten sonra gerçek dinazor ayak izlerinin bulunan Staffin’e gittik. Staffin’e giden yoldaki manzaralara hayran kalarak iki meraklı arkeolog misali dinazor ayak izini aradık. Fakat ne yazık ki gel-git sebebiyle sular altında kaldığını anladık.

Staffin
Bir sonraki durağımız yine başka bir trekking noktası olan Quiraing idi. Buraya çıkan yollar çok dik, dar ve tehlikeli olmasına rağmen yukarı ulaştığımızda buna değdiğini biliyorduk. Quiraing’de muazzam bir manzara bizi karşıladı.

Quraing
Aşağı yukarı düzensiz bir şekilde sıralanmış dik kayalar, kayaların üzerini örten yeşilin bin bir tonundaki çayırlıklar ve öteden görünen okyanus tam bir görsel şölendi.

Quiraing’den bakış
Burada yürüyüş rotası 4-5 saat sürebilirken biz yürüyüşümüzü daha kısa tuttuk. Fakat gerçekten çok keyif vericiydi. Skye adasına geldiğinizde eğer sadece bir şey yapma şansınız varsa burayı deneyin derim.
Quiraing’den sonra mistik görünümüyle ün salmış Fairy Glen’e ulaştık. Burası çok yüksek olmayan koni şeklindeki tepeciklerden oluşan ve taşların yan yana dizilerek iç içe geçmiş spiraller oluşturduğu adeta perili bir yer. Fairy Glen’de her yer çimenlik, her yer yeşillik… Gözünüz yeşilden başka bir şey görmüyor.

Fairy Glen
Fairy Glen’den adanın en eski şatosu olan Dunvegan’a keyifli highlands manzaraları eşliğinde 40 dakikalık bir yolculuk ile ulaştık. Loch Dunvegan’ın doğu kıyısında deniz seviyesinden 15 metre yükseklikte bir kayalığın üzerine kurulmuş olan Dunvegan Şatosu 800 yıldır aynı aileye ait: MacLeodlar. İskoçya’da klanların her birinin ayrı mottoları var. Macleod Klanı’nın mottosu “Hold Fast”. Şatonun içerisi oldukça zengin. Sanat koleksiyonları, aile yadigarları, mobilyalar ile şatonun içerisinde yüzyıllar arasında yolculuk edebiliyorsunuz. Ailenin farklı şeflerinin edindiği bugün antika değerindeki birçok eşya orijinal haliyle muhafaza edilmiş.

Dunvegan Kalesi
Şatonun bahçeleri beş ayrı bölümden oluşuyor: su bahçesi, yuvarlak bahçe, ağaçlı bahçe, duvarlı bahçe ve bahçe müzesi. Şato tekne gezisi ile manzara izleme ve deniz aslanlarını seyretme imkânı da sunuyor. Şatonun güzel fotoğraflarını çekebilmek için bahçesinden yürüyüşle göl kıyısına inmeniz gerekiyor.

Coral Sahilleri
Şatodan sonra günümüze Coral Kumsalları’na giderek devam ettik. Arabayı park ettikten sonra yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşle ulaşılan sahiller tam bir doğa harikası. İri volkanik taşlar, katman katman renkli yosun tabakaları ve sahilin ucunda bembeyaz bir kumsal… Baktığınız her açıda unutamayacağınız manzaralar göreceksiniz. Yürüyüş yolunun sonuna kadar gidip plajın en uç noktasındaki tepeye mutlaka tırmanın.

O kadar tırmandım, biraz dinleneyim
Günün son durağı Neist Point Deniz Feneri idi.

Neist Point’e giderken…
Arabayı yine deniz fenerine en az yarım saatlik bir yürüyüş mesafesine bırakmak zorundasınız.

Neist Point

Isle of Skye
Deniz fenerine uzanan patika güzel olduğu kadar insanın içini ürperten manzaralara sahip. Öyle ki yürürken sol tarafınız sahile doğru uzanan dik yeşilliklerle kaplıyken sağ tarafınız dik uçurumlara çıkıyor. Bu dik uçurumlarda otlayan tatlı koyunlar var.

Tatlı ve Asi

Deniz Feneri’ne ulaşmanın mutluluğu
Deniz fenerinin bulunduğu nokta ise dehşetli bir estetiğe sahip. İnsan bakarken ürperse de bakmaktan kendini alamıyor. Çocuklu olanlar ve yaşlılar buraya gelirken iki kez düşünmeli.
6. GÜN
Isle of Skye’ın güzelliklerinden ayrılmak zor gelse de highlands’de göreceğimiz daha çok nokta vardı.

Loch Ness kıyısındaki Urquhart Kalesi
Biz de iki saatlik bir yolculukla Urquhart Kalesi’ne ulaştık. 13.yy dan kalma eski bir ortaçağ kalesi olan Urquhart tarih boyunca gerek İngiliz Kraliyeti ve İskoç Klanları arasında sürekli el değiştirmiş.

Urquhart Kalesi
Loch Ness kıyısındaki stratejik konumu nedeniyle 14. yy daki İskoç Bağımsız Savaşları’nda ve Jacobite İsyanları’nda merkez üslerden biri olmuş. Doğal olarak da birçok kez kuşatılıp tahrip edilmiş ve yeniden inşa edilmiş. 20.yy da halka açılarak İskoç tarihinden günümüze uzanan bir köprü olarak müzeye çevrilmiş. Urquhart Kalesi’nden ayrılmadan önce Loch Ness manzaralı kafesinde bir şeyler içip hediyelik eşya dükkanını ziyaret edebilirsiniz. Biz Loch Ness’de tekne turu yapmayı tercih etmedik. Ancak siz hazır Loch Ness’e gelmişken bu turu yapıp sevimli canavar Nessie ile karşılaşmayı deneyebilirsiniz.

Dunrobin Şatosu
Urquhart Kalesi’nden ayrılıp bir buçuk saatlik yolculukla kuzeye, Dunrobin Şatosu’na gittik. 1300’lerin başından beri varlığını sürdüren Dunrobin Şatosu 189 odası ile Highlands’deki en büyük ev. İçerisinde 10.000’den fazla kitap barındıran ve her bir odası adeta “yaşayan” şato gerçek bir müze niteliğinde.

En sevdiğim oda, ruhum orada kaldı. Ben de artık şatonun hayaletlerinden biriyim 🙂
Şatonun içinde daha çok ilgimi çeken muhteşem kütüphane, Fransız tarzı yatak odası ve şimdilerde kıyafet odası olarak kullanılan sade bir oda oldu. Bu odanın bir hikayesi var. 15. yy’da şatonun sahibi Kont Sutherland bir savaş sonrası Mackay Klanı’ndan genç bir kızı esir alıyor ve şatosunda bir odada kilitli tutuyor. Sonradan kıza aşık olup onunla evlenmek istiyor. Fakat kız bu teklifi kabul etmeyerek çarşaflardan kendine ip yapıp kaçmaya çalışıyor. Tam o sırada kont odaya geliyor ve öfkesine hakim olamayıp kılıcıyla çarşafları kesip kızın düşmesine ve ölmesine sebep oluyor. Tabi bu sırada kızın çığlıklarını şatodaki herkes duysa da kimse sesini çıkaramıyor. Bundan tam 35 yıl sonra aynı odada erkek bir hayalet görülüyor.

Bahçe zamanınızı hak ediyor.
Dunrobin Şatosu’nun bahçeleri rengarenk çiçekleriyle, simetrik düzenlenmesiyle, fıskiyeleriyle Fransız bahçelerine benziyor. Bu bahçelerde gezmek ve dinlenmek için mutlaka zaman ayırın. Biz öyle yaptık.

Yollar…
Günün son durağı Inverness olsa da biz buradan pek etkilenmedik. Nehir kıyısında güzel bir yemek yedikten sonra günü tamamladık.
7. GÜN
Günümüzün büyük kısmını Cairngorms Ulusal Parkı’nda dolaşarak ve içerisindeki birkaç şatoyu gezerek geçirdik. İskoçya’nın kuzey doğusunda yer alan bu ulusal park bölgenin en ağaçlık alanı. Highland Vahşi Yaşam Parkı ve kayak merkezleri de burada.

Anneler ve Yavrular

Highland Cow
Biz günümüze Ballindalloch Şatosu ile başladık. Şato çok geniş bir araziye kurulmuş çünkü burası aynı zamanda bir çiftlik. Şatonun sahipleri arazilerini düşük bir ücret karşılığı çevre sakinlerinin kullanımına açmış. Burası çocuklu aileler için adeta bir cennet çünkü her şey çocukların isteğine ve ihtiyaçlarına göre dizayn edilmiş. Şato hala sahipleri tarafından kullanıldığı için ne yazık ki içerisinde fotoğraf çekmek yasak. Şatonun içerisi adeta zarafet ve işlevselliğin bütünleşmiş hali gibi. Şatoyu gezerken içinizden montunuzu ve ayakkabılarınızı çıkartıp her pencerenin önüne oluşturulmuş oturma alanlarının birine oturup manzaraya dalıp gitmek, kütüphaneden bir kitap alıp okumak, sıcak bir çay içmek geliyor. Yani orada yaşamak istiyorsunuz.

Ballindalloch Şatosu
Şatonun sahibi Leydi Grant Kraliçe’nin yakın arkadaşı ve viski imalathanesi, sığır ve sazan çiftlikleri, av sahası olan aktif bir iş kadını. Şatonun içerisinde aileyle, kraliyet ailesinin samimi fotoğraflarını ve yazışmalarını görmek mümkün. Soylu bir ailenin modern hayata bu kadar iyi uyum sağladığını ve kendi kültürünü nasıl başarılı şekilde pazarladığını ilk ve tek burada görebildim. Şatonun içini gördükten sonra bahçeleri biraz yavan kalsa da huzur verici bir yürüyüş imkânı sunuyor, İskoçya’nın her yeri gibi… Çıkmadan malikanenin “tea room” una uğrayıp sandviçlerin tadına bakın. Kullanılan malzemelerin büyük kısmı ailenin çiftliklerinden geliyor.
Ballindalloch Şatosu’ndan sonra gönül isterdi ki Balmoral Şatosu’nu gezmiş olalım. Ancak Kraliyet Ailesi’nin özel mülkü olan şato, nisan ayından temmuz sonuna kadar ziyarete açık. Ağustos ayında Kraliyet Ailesi tarafından yazlık olarak kullanılıyor. Biz yine de şatonun hediyelik eşya dükkanını ve viski imalathanesini gezdik.

Breamar Kalesi

Yemek Salonu
Balmoral’a hemen beş-on dakika uzaklıkta olan Breamar Şatosu kapanmak üzereyken yetiştik. Bu şato küçük bir mücevher kutusu gibi… Dışardan küçük, gösterişsiz, basit görünse de içerisi tam olarak hayallerimizdeki İskoç Şatosu’ydu. Breamar, babaannenim eski aşk romanlarında betimlenen şatolardan biriydi bence.

Şu pembe bitkinin balını (Heather Honey) alabilirsiniz
Günü Aberdeen’deki –şans eseri tercih ettiğimiz- geçmişte MacDonald Klanı’nın şeflerine ev sahipliği yapmış bir malikane olan otelimizde bitirdik.
8. GÜN
Sabah çok beğendiğimiz otelimizde kahvaltımızı yaptıktan sonra İskoçya’nın batısında yer alan Stoneheaven kıyı şeridinde yürüyüş yaptık. Eğer vaktiniz varsa Stoneheaven limanından başlayarak kaleye doğru bir yürüyüş yapıp muhteşem manzaraların tadını çıkarabilirsiniz. Bizim çok zamanımız olmadığı için biz arabamızı Dunnottar Kalesi’nin otoparkına bırakarak kaleyi gezmeden önce Stoneheaven’a doğru 15-20 dakikalık bir yürüyüş yapabildik.

Stoneheaven sahilleri
Dunnottar Kalesi Stoneheaven kıyı şeridindeki dik kayalıkların en uçta olanlarından birine kurulmuş. Kalenin üzerinde bulunduğu yassı başlı bu kayalık kuzey denizinin sert dalgaları tarafından dövülüyor ve ziyaretçilere masalsı bir görüntü sunuyor. Karaya vuran dalgaların sesleri martıların seslerine karışıyor. Böyle bir ortam tahmin edebileceğiniz gibi birçok filme set olarak kullanılıyor. Hamlet, Brave gibi…

Hep bunu yapmak istemiştim:)

Dunnottar Kalesi

Dunottar Kalesi
Dunnottar kalesi İskoç tarihinde büyük önem taşıyor.Bağımsızlık savaşı sırasında İskoçlar yenilince İngiltere Kralı burayı bir garnizona dönüştürüyor. 1 yıl sonra William Wallace burayıtekrar kuşatıyor. Efsaneye göre William Wallace 1297 de kaleyi ele geçirdiğinde 4000 tane esir İngiliz askerini kilisede yakıyor.Kale bir dönem Kont Marishal’in evi olarak kullanılıyor. Bu kont İskoçların resmi seremonilerini yöneten kişi. Doğal olarak Honours of Scotland denilen kraliyet mücevherleri de bu adamın koruması altında. 1651’de Oliver Cromwell kraliyet mücevherlerini almak için kaleyi kuşatıyor. Yakın bir köyün yöneticisinin karısımücevherleri kaçırarak eski bir Parish kilisesine saklıyor. Mücevherler hala kayıp. Sonradan İngiltere’de krala karşıisyankâr olan 167 kişi buraya sürgün ediliyor. Dokuz hafta bir arada yirmi metrekarelik bir hücrede kalıyorlar. Bir kısmı kaçıyor.
Bu kalenin de hayaletleri var. Birisi yeşil elbiseli çocuğunu arayan bir kadın. Diğeri de uzun boylu savaş kıyafetleri içinde bir adam…
Dunnottar’da iki-üç saat vakit geçirdikten sonra arabamıza atlatıp Glasgow’a doğru yola koyulduk. Aslında rotamızda St. Cyrus Kumsalı ve Dundee vardı. Ancak yükselen döviz ile birlikte otel rezervasyonumuzu iptal edip Glasgow’da yaşayan arkadaşımızda kalmaya karar verdik. Yine harika manzaralar eşliğinde Glasgow’a ulaştık.
Glasgow İskoçya’nın en büyük şehri ve sanayi üssü. Burada hava sürekli kapalı, hava kapalıyken yağmur olmazsa bu, havanın çok güzel olduğunu gösteriyor. Glasgow’un en etkileyici yeri Glasgow Üniversitesi.
Sekiz günün özeti; İskoçya size masalsı bir dünya vadediyor!
İskoçya’ya ne zaman gidilir?
İskoçya’da highlands dedikleri dağlık bölgeleri de görmek isteyenlerin yazın gitmesi daha uygun olur. Tabii, yazın gitseniz bile yanınıza yağmurluk, mont, atkı ve bere almanızı tavsiye ederim. Ağustos ayında Edinburgh’da ünlü Fringe Festivali oluyor. Military Tattoo dedikleri bando gösterisini izleyebilmek için yine festival zamanını denk getirebilirsiniz. Bu sene (2018) Haziran ve temmuz aylarında hava oldukça açık ve güneşli imiş. Fakat Ağustos zamanı kapalıydı. Kış ayları bütçeye daha çok hitap edebilir.
İskoçya’da Araç Kullanmak
İskoçya’da trafik soldan akıyor. Ayrıca özellikle kırsal bölgelerde yollar dar ve bakımsız. Araç kiralarken sigortanızın kapsamlı olduğundan emin olun. Yolda kalan araçlara sık rastladık ve bizim de tekerimiz patladı. Hem ters trafik akışı hem de yolların durumu göz önüne alındığında dikkatli olmakta fayda var.
Duble yol bir tarafa yolların çoğu tek şerit. 100 metrede bir bekleme alanları var ve karşı taraftan biri geldiğinde araçlardan birisi diğerinin geçmesini beklemek zorunda. Ancak insanlar öyle kibar ki her bekleme sonrası sürücüler birbirine mutlaka teşekkür ediyorlar.
İskoçya’da ne yenir?
İskoçların Haggis denilen geleneksel bir yemeği var. Haggis işkembe zarının içine bulgur, üzüm, fıstık, sakatat ve kıyma koyulması ile yapılan bir yemek. Genellikle patates ile servis ediliyor. Tadı güzel. İskoçya’da bol bol “fish and chips” yenebilir. Oldukça lezzetli. İskoç birası ve viskisi de -alkol kullananlar için- önerilir. Tatlılarından hiç ama hiç memnun kalmadık. Aşırı şekerli ve ağır bir tat bıraktı bizde. Son olarak “Scott’s Porage Oats” denilen İskoç lapası var. Zor hava ve ağır yaşam koşullarında köylüleri uzun zaman tok ve enerjik halde tutması için birebirmiş. Biz tadını çok sevdik.
Bebek ve/veya çocukla İskoçya gezisi nasıl olur?
Biz bu geziye çocuklarımızı götürmedik çünkü planın içerisinde bir sürü yürüyüş ve tırmanış rotamız vardı. Ayrıca hava çoğunlukla kapalı, yağmurlu ve rüzgârlı olduğu için çocukları korumak zor olacaktı. Gitmeden bilmiyorduk ancak İskoçya (özellikle kırsal bölgeler) küçük çocuklar için oldukça tehlikeliymiş. Her yerden sular akıyor ve yolların çoğunda korumalar yok. Yine de bence bazı rotalar değiştirilerek 1 yaşından küçük bebek veya 5 yaşından büyük çocukla bu gezi gerçekleştirilebilir. Hatta bu gezinin çocukların hayatı boyunca unutamayacağı bir gezi olacağına eminim.
İskoçya’da ne giyilir?
Yağmura ve çamura dayanıklı, su geçirmeyen kıyafetler hayatınızı kolaylaştıracaktır.
Ben detaylı plan yapamam, üşenirim diyenler için küçük bir jest:
Kategoriler:Genel