Druk : “Cüret Etmemek Kendini Kaybetmektir.”

“Druk” Sevgili kuzenim Merve Koç’un tavsiyesiyle izlediğim ve oldukça etkilendiğim bir eser. Film günlük hayatta canlı hissetmeyen, yaşlandıkça hayatın monotonluğuna kapılmış, sorunlarını görmezden gelen, varoluşsal sorgulamalar yaşayan dört öğretmen arkadaşın daha canlı ve enerjik hissetmek için gün içerisinde sürekli belli bir miktar alkol almaya başlamasını anlatıyor. 

Filmde birbirine kazık atmayan dört arkadaş var. Yani film izleyiciye beklediği şeyi vermiyor; dramdan beslenmeyen bir film. Filmin olay örgüsü oldukça basit. Ancak filme, karakterlerin ruh hali ve birbirleriyle ilişkileri üzerinden bir derinlik kazandırılmış. Öyle ki izleyici karakterlerle duygusal olarak rezone oluyor; karakterlerle seviniyor, onlar için endişeleniyor. 

Yazının bundan sonrası SPOILER içerir. İzlemediyseniz önce izlemenizi öneririm. 

Öncelikle yazıya Merve’nin izniyle bana yazdığı mesajı buraya koyarak başlamak istiyorum çünkü film kadar Merve’den aldığım mesaj da beni etkiledi. 

“Film bir süre benimle yaşamaya devam etti. Düşündükçe aklıma yeni şeyler geliyor. Ama özetle dedim ki medeniyet insanların birbirine kredi vermesiymiş… Kimse kimsenin üzerine basıp geçmiyor. Öğrenciler ve velilerin öğretmenle konuşması bile etkileyici. Sonrasında konu uzamıyor, öğrenciler uzatmıyor. “Bu adam da ayyaş” demiyorlar. Sonra okuldaki müdür, diğer öğretmenler… Onlar bilmiyor mu içenler kim… Biliyorlar ama kimse kimsenin açığını ortalara dökmüyor. Sorun sendeyse çözüm de sende. Hatalarından dolayı rencide edilmemek ne güzel. İlişkiler bakımından ders gibi. Keşke çok kişi izlese de şu ince nüansları görse.”

Ne güzel özetlemiş Merve! 

Gün içerisinde düzenli alkol almaya başlayan arkadaşlar gerçekten de alkolün verdiği rahatlık ve özgüvenle belirgin olumlu değişimler yaşarlar. Alkol onların hayata karşı otokontrol seviyelerini azaltır ve cüret etme kapasitelerini arttırır. Filmden bir alıntıyla söylemek gerekirse:

“Cüret etmek bir süreliğine dengeyi kaybetmektir. Cüret etmemek kendini kaybetmektir.” 

Ana karakter film boyunca kaybetmiş olduğu kendini aramaktadır. Nitekim filmin sonundaki dans sahnesinde kendini bulduğunu anladığımız canlılığı iliklerimize kadar hissederiz. Filmde sık sık referans verilen Soren Kierkegaard’dan bir alıntı ile devam edeyim:

“İnsanların gözünde tehlike, kaybetme olasılığı nedeniyle riske girmektir. Hiç riskin olmayışı, işte bilgelik. Buna rağmen hiç riske girmemek, bu kadar kolay bir şeymiş gibi kaybedilmiş olmasına rağmen riske girerek kaybedilmeyecek şeyi kaybetmek ne korkunç kolaylıktır: Kaybedilen nedir? Kendin. Çünkü riske girersem ve aldanırsam, o zaman (!) yaşam beni kurtarmak için cezalandırır. Ama hiç riske girmezsem bana kim yardım eder? Belirgin anlamıyla hiçbir şey tehlikeye atılmadığı sürece (bu, kendi ben’inin bilincinde olmaktır) alçakça bu dünyanın tüm olanaklarına kavuşurum; ve ben’imi kaybederim.”

Filmde ana karakter Martin 0.5 promil alkolle başlayan kendini arayış sürecinde birçok şeye cüret eder: karısının başka bir adamla ilişkisi olduğu şüphesiyle yüzleşmesi, karısıyla tekrar yakınlaşması, ailecek tatile çıkması, öğrencilerine eğlenceli ders anlatması, spontane konuşması, otantik davranışları… 

Az miktar alkol ile gelen olumlu değişimler karakterleri daha fazla alkol almaya iter ve onlar da sınırı görebilmek için bir gece çok yüksek seviyede alkol alırlar. Sanki tehlikenin sınırlarında gezmek istiyor gibidirler. Bu ufak gezintiden sonra fazla ve devamlı alkolün kendi hayatlarındaki yıkıcı etkisini fark edip deneyi sonlandırırlar. 

Bu durum beni sınırlar mevzusunu düşünmeye itti. Alkolün getirdiği hazdan dolayı daha fazlasını arzulama beklediğimiz şeyler olmasına rağmen filmde böyle olmadı. Neydi onları yeterli sınırlarda tutan? Bence içsel tutarlılıkları, birbirlerine olan destekleri, diğer insanların sınırlarına olan saygıları ve ilişkilerine verdikleri değerdi. 

Merve’nin de altını çizdiği gibi filmde insanlar birbirlerine kredi verebiliyorlar çünkü sınırlar net ve sağlıklı. İnsanlar arasında yetişkin-yetişkine bir ilişki var. Mesela, müdür ve öğretmenler okulda gizlice alkol alan öğretmenlerin sınırı aştıkları anda sonucunu sözlü-sözsüz kurallar çerçevesinde yaşayacaklarını biliyorlar. Hem sisteme hem de kültürden gelen toplumsal etiğe güveniyorlar. Bu yüzden, esnek ve anlayışlı olabiliyorlar. Sınırlar net olunca güvende hissediyorlar, güven hissi ile beraber empatiye alan açılıyor. 

Dikkatimi çeken diğer bir mevzu romantik ilişkilerin işlenişi oldu. Karakterlerden biri eve zil zurna sarhoş gelip altına işeyerek karısıyla birlikte uyuduğu yatağı ıslatır. Karısı kalkar ve biz çocuklarla gidiyoruz, sen kendi pisliğini kendin temizle der. Onu cezalandırmaz, ona acımaz, onun kurtarıcısı olmaya veya onu zalim yapmaya çalışmaz. Kendi sınırı içerisinde ondan yetişkin gibi davranmasını ve hatasını telafi etmesini bekler. Bizde olsa birçok kadın söylenerek yatağı temizler ve adamı zalim ilan etmekten çekinmezdi. Ne yazık ki bizde birçok aile, kol kırılır yen içinde kalır yaklaşımı ile davranıyor. Hatalı olan kişiye ne hatasını anlama ne de telafi etme fırsatı verilmiyor.

Filmdeki öğretmen-öğrenci ilişkisi beni çok duygulandırdı ve özendirdi. Kendi çocuklarım adına üzüldüm. Bir insana -özellikle çocuk yaşta bir insana- dokunabilmek, destek verebilmek, onu cesaretlendirebilmek belki de o insanın bütün yaşamını etkileyebilir. Filmde beden eğitimi öğretmenin futbol oynayan, çekingen, gözlüklü küçük çocuğu cesaretlenme sahnesi çok duyguluydu. Çocuğun ailesi tarafından ihmal edildiğini çocuğun matarasına su koymayı bile unuttuklarından anlıyoruz. Fakat Tommy adlı öğretmen haftada sadece birkaç saat kurduğu iletişim ile çocukta büyük bir değişimin kapısını araladı. 

Merve olayın kilit noktasını zaten benden daha güzel dile getirmiş: medeniyet insanların birbirine kredi vermesidir. Peki biz neden birbirimize yeterli krediyi veremiyoruz? Ya da bunu nasıl başarabiliriz? Buradaki anahtar kelimelerin sağlıklı sınırlar ve empati olduğunu düşünüyorum. Doğru yere konumlanmış ve iyi tanımlanmış sınırlar bizi güvende tutarken karşıdakine de rahatça hareket edebileceği bir alan sağlar. Bu da kurulan ilişkilerde insanlara hatalarını telafi etme fırsatı verir. Ancak belirsiz, iç içe geçmiş sınırlar insanda işgal, istismar edilmişlik hissi uyandırır, insanın tahammül seviyesini düşürür ve sürekli olarak tetikte yaşamasına sebep olur. 

Yorum bırakın