GÜNEY FRANSA 3-Provence-Ortaçağın ve Sanatın İzinde

Bir önceki yazıda size Luberon milli parkındaki köylerden ve lavanta tarlalarından bahsetmiştim. Şimdi de sıra Provence bölgesinin gezilmeye değer diğer taraflarına geldi.

AVIGNON

Eğer Provence’a ilk defa geliyorsanız ve tarihe ilginiz varsa Avignon’u -Avinyon diye okunuyor- kesinlikle kaçırmamalısınız. Yaklaşık 70 yıl boyunca 7 papaya ev sahipliği yapan ve 100 yıl Katolik inancının merkezi olan Avignon’a en az yarım gün ayırmanızı tavsiye ederim.

Avignon’dan bahsederken Tapınak Şövalyelerindenve Yakışıklı Filip’den bahsetmemek olmaz. Haçlı seferleri ile Kudüs’ün Hristiyanlar tarafından ele geçirilmesinden sonra, Kudüs ve çevresi ganimetleri ile çok çekici hale gelmişti. Birçok zengin ve soylu Kudüs’e gitmek ve hacı olmak istiyordu. Ancak Kudüs güvenli olmasına rağmen oraya giden yol güvenli değildi ve insanlar yanlarında yüksek miktarlarda para taşıyamıyorlardı. Bu sırada, halihazırda başarılı ve kahraman şövalyeler olan 9 kişi, Papa’nın da desteğini alarak hacıların paralarını koruyacak bir sistem kurdular. Şimdiki Mescid-i Aksa’nın yerinde –Süleyman’ın mabedi- kurdukları karargahları ile birlikte hacıların paralarını emanete alıp yerine bir haç veriyorlardı. Bu haç karşılığında istedikleri karargahtan paralarını geri alıyorlardı. Belki de dünyadaki ilk bankacılık işlemi olan bu sistem ile birlikte hacılar yolda para taşımak zorunda kalmıyor ve dolayısıyla daha güvende oluyorlardı. Fakat bu yolculuklarda birçok kişi öldü ve nihayetinde servetleri Tapınak Şövalyelerine kaldı.

purefoy.

Tapınak Şövalyeleri böyle giyinirdi.

Tapınak Şövalyeleri ilk kurulduğu zaman oldukça mütevazilerdi. Öyle ki kendilerine “İsa’nın Fakir Şövalyeleri” diyorlardı. Fakat zaman içerisinde çok zenginleşip yayıldılar. Artık soylular Tapınak Şövalyeleri’ne katılmak için can atıyor ve servetlerini bağışlıyorlardı. Şövalyelerin zenginlikleri öyle bir noktaya gelmişti ki, rivayete göre “Yakışıklı” ünvanlı Fransa Kralı 4.Filip bile Tapınak Şövalyeleri’den yüklü miktarda borç almıştı.

Fransa Kralı Filip, babasının bıraktığı borçlardan dolayı çok zor durumdaydı. Vergi alınmayan kiliseden vergi almaya başlamıştı ve kendi seçtirdiği Papa olan V.Clemens ile birlikte -Roma’nın artık güvende olmadığını söyleyerek-Papalığın merkezini Fransa’nın Provence bölgesindeki Avignon’a taşımıştı. 4.Filip bir nevi devlet içinde devlet olan Tapınak Şövalyeleri’nin varlığından rahatsızlık duyuyordu. Tapınak Şövalyeleri’ni suçlayan bir adamı dinleyerek tarikata savaş açtı. Aslında Filip’in eylemleri yasadışıydı. Tarikatla uzaktan yakından ilgisi olan herkesi işkenceye tabi tutarak onların “itiraflarını” aldı. Güya Tapınakçılar eşcinsel, putperest ve aslında İsa’yı reddeden insanlardı. Onların malvarlıklarına el konuldu. Sonunda ünlü 13.Cuma Katliamı yaşandı. 13 Ekim 1307 Cuma sabahı, Tapınak Şövalyeleri’nin üstatları başta olmak üzere birçok Tapınakçı alevlere teslim edildi.

34e250c519fd2625584c0a8637639bc8--philip-iv-of-france-catholic-answers

Yakılan Şövalyeler

Yakılmadan önce Üstat Jacques De Molay Tampliye Tarikatı’nın suçsuz ve masum olduğunu söyleyerek Kral Filip’i ve Papa’yı lanetledi. Laneti tutmuş olacak ki, bundan 1 ay sonra Papa, ilk sonbaharda ise Filip öldü.

Avignon’u gezerken 14.yy. ve 15.yy’da Katolik dünyasını yöneten ve o zamanlardan bugünümüzün dünyasını şekillendiren insanlarla aynı topraklara basıp aynı havayı soluduğunuzu hissetmelisiniz.Avignon’da az zamanınız varsa en önemli olan iki yer: Papalık Sarayı (Palais des Papes) ve St. Benezet Köprüsü. Eğer daha bol zamanınız varsa ilk önce Petit Palais müzesinden başlayabilirsiniz. Petit Palais Müzesi daha önce Avignon Başpiskoposunun konutuymuş. İçerisinde Romanesk ve Gotik heykeller, İtalyan ressamların dini figürlü resimleri mevcut. Hem bunları gezebilir hem konutun ihtişamını fark edebilirsiniz. En nihayetinde, din adamları lüks içinde yaşayarak Tanrı’yı onurlandırmışlar! Jardin du Rocher des Domsdedikleri yerin kulesinin manzarası çok güzel. St. Benezet Köprüsü’ne ve Rhone nehrine tepeden bakmak isterseniz uğrayın derim.

Gelelim Papalık Sarayı’na… Burası 1309’dan 1403’e kadar Katolik Dünyası’nın merkezi sayılırdı. Sayılır diyorum çünkü 1378-1417 arasındaki Büyük Bölünme döneminde Roma, Avignon’daki Papa’yı kabul etmeyerek kendi Papa’sını seçti. Bu Katolik Dünyası’nda Büyük Bölünme dönemini başlattı.

EQYQ1488

Palais des Papes/ Papalık Sarayı

DSC00627

Papalık Sarayı’nı gezerken

Her neyse, aslında Papalık Sarayı zaten Roma’dan güvenlik sebebiyle kaçan Papa sebebiyle oldukça güvenli bir kale şeklinde inşa edilmiş. Papalık Sarayı’na girdiğinizde neredeyse hiç mobilyası olmayan bomboş bir bina ile karşılaşacaksınız. Fakat üzülmeyin. Girişte size bir tablet veriyorlar. Tablette bir amblem oluyor. Odaların ortalarında da aynı amblemlerden var. Tabletinizdeki amblemi kamerası aracılığı ile odadakilerle eşleştirdiğinizde sanki bir zaman makinesine giriyorsunuz ve bir anda zaman 21 yüzyıldan 14. yüzyıla kayıyor. Tabletinizi odada dolaştırdığınızda odanın eski hali ile karşılaşıyorsunuz. Aynı zamanda audioguide aracılığı ile saray ve içinde bulunduğunuz oda ile ilgili bilgi alıyorsunuz. Sarayda en çok dikkatimi çekenler hazine odası ve mali yönetim odası oldu. Kilisenin maddi ve siyasi gücünü idrak etmeniz ve hayal edebilmeniz açısından Papalık Sarayı’nı gezerken verdikleri tableti almanızı ve gösterdikleri kısa filmi izlemenizi öneriyorum.

Papalık Sarayı’ndan sonra yürüyerek St. Benezet Köprüsü’ne geçebilirsiniz. Zaten Papalık Sarayı’nda bilet alırken köprünün biletini de kombine olarak satıyorlar. 12.yy’dan kalma köprü 1668 yılındaki selde zarar görmüş olmasına rağmen hala ihtişamını koruyor.

HSFM0031

St. Benezet Köprüsü’nün üzerinden Papalık Sarayı’na bakış

Köprünün karşısındaki parktan köprünün ve Avignon’un manzarasının tadını çıkarabilirsiniz. Bunlar dışında benim gitmediğim Musee Calvet’de Fransız resminin son 500 yılını gözlemleyebilirsiniz.

Avignon’da temmuz ayında Tiyatro Festivali oluyor. Biz ilk gittiğimizde festival zamanıydı ve otopark bulmakta çok zorlanmıştık. En sonunda arabamızı merkezden uzak bir yere koyup uzun bir yürüyüş yapmak zorunda kalmıştık. Fakat mayıs ayında gittiğimizde arabamıza rahatça yer bulduk. Açıkçası ben festival zamanındaki kalabalığı hiç sevmedim. Tiyatro Festivali’ne dahil olmayacaksanız ve çok kalabalığı sevmiyorsanız seyahatinizi temmuz ayına denk getirmeyin derim. Bunun dışında Avignon’daki giyim mağazalarına bayıldım.

PONT DU GARD

DSC00698

Pont du Gard’a doğru yürürken…

Pont du Gard yemyeşil ağaçların arasında gizlenmiş bir hazine gibi…Su kemerini görünceye kadar nereye geldiğiniz konusunda hiçbir fikir edinemiyorsunuz ama aracınızı park edip (Nehrin iki yakasında Pont du Gard’ın iki ayrı park alanı var.) yürüyüşe başladığınızda bir sis perdesi katmanlar halinde açılıyormuş gibi hissediyorsunuz. Önce muhteşem bir doğa sonra uzaktan kendini gösteren Roma döneminden kalma fevkalade bir su kemeri, biraz daha yaklaşınca insanların cıvıltısı ve enerjisi, son olarak su kemerinin üzerinde yürümeye başladığınızda yapının büyüklüğü ve ihtişamı sizi büyülüyor. Pont du Gard’ı gören, uzun çınar ağaçlarının gölgeleriyle kuşatılmış bir restoran, adeta nehirle bütünleşmiş olan -bence- perili bir malikane ve oradaki kanoya binen, yüzen, piknik yapan insanlar…

DSC00731

273 metre uzunluğunda ve 49 metre yüksekliğinde olan Pont du Gard Roma döneminde yapılan en yüksek köprü. Roma döneminde bu tür eserler gücü ve ihtişamı simgelermiş. Pont du Gard da Roma döneminin mühendislik harikalarından biri.

M.S. ilk yüzyılda Gardon nehrinin üzerine inşa edilmiş olan Pont du Gard önemli bir Roma şehri olan Nimes’e su iletirmiş.  Bazılarının altı tonu bulduğu taş bloklardan oluşan köprüde üç kat var. Eğer en üst katı rehber eşliğinde gezmek istiyorsanız biletinizi ona göre almalısınız. Zaten bilet alırken bunu size soracaklardır.

Snapseed 2

Pont du Gard’a ya tam bir öğleden öncenizi ya da tam bir öğleden sonranızı ayırmanızı öneririm. Oraya giderken yanınıza mayolarınızı ve piknik eşyalarınızı da alabilirsiniz. Temmuz ayında su çok temizdi ve kızım nehirde yüzerken çok eğlendi. Fakat mayıs ayında suyu daha bulanık gördüm. Sonuç olarak, buraya sadece kemeri görmek için değil aynı zamanda dinlenmek ve eğlenmek için de gelmelisiniz.

ARLES

Arles aklımda ünlü ressam Van Gogh esintileriyle, Roma dönemi yapılarıyla ve Provansal kültürüyle kaldı. Şehir II.Dünya Savaşı’nda bombalanıp şehirdeki bir sürü Roma kalıntısı yok olmasına rağmen halen gezebileceğiniz forum, arena, Roma hamamı ve bir sürü Romanesk bina mevcut. Çarşamba ve cumartesi günleri kapsamlı pazarları oluyor.

Vincent Van Gogh 35 yaşındayken Paris’i bırakıp Provence’a, Arles’e taşınıyor.

w1170_1026179_en

“The Yellow House” Van Gogh’un Arles’deki evi

Provansal kültürden, açık gökyüzünden, doğal insanlardan, güneşten ilham alıyor ve burada bir sürü tablo yapıyor. Van Gogh’un kulağını Arles’de kestiğini de söyleyeyim.

Paris-Musee-DOrsay-Vincent-van-Gogh-1888-Starry-Night-over-the-Rhone-1

Van Gogh’un Arles’deki son gecesinde çizdiği resim. Van Gogh’un yakın ilişkiye olan ihtiyacını anlattığı söyleniyor.

Kulağını kestikten sonra bir süre St. Remy’deki akıl hastanesine gidiyor. Van Gogh’dan St.Remy de Provence’ı ve Montmajour Manastırı’nı yazarken de bahsedeceğim. Buralar Arles ile birlikte Van Gogh’un ressam sehpasını yanına alıp uzun zaman geçirdiği ve ilham aldığı yerler.

Gelelim Arles’de görmeniz gerektiğini düşündüğüm Roman Arena’ya… Biz Arles’e gittiğimizde festival zamanı olduğu için Arena’da gladyatör gösterileri vardı ve burası bize resmen geçmişi yaşattı.

DSC01686.JPG

Arena

DSC01692

Festival zamanı Arles

2000 yıl önce burada 21.000 kişi tarafından çığlık çığlığa yapılan tezahüratlar eşliğinde bir gladyatörün vahşi hayvanlarla dövüşmesini izlediğimi hayal ettim. Kalbimin daha hızlı attığını anımsıyorum. İnsanların öfkelerini ve enerjilerini bu şekilde çıkartmasını sağlayıp gerçek meseleler ile ilgili umursamaz kalmalarını sağlayan sistemi düşündüm. Ne yalan söyleyeyim aklıma futbol ve günümüz insanları geldi 🙂 Arena’ya geldiğinizde kuleye çıkıp yukarıdan Arles ve Rhone nehrinin manzarasının keyfine varabilirsiniz.

Arles’de gezebileceğiniz bir Van Gogh Müzesivar. Ancak ne yazık ki oraya biz kapanış saatinden sonra ulaştığımız için müzeyi gezemedik. Place du Forum dedikleri meydan Roma dönemindeki Arles’in siyasi ve dini merkeziymiş. Burada şirin kafeler ve restoranlar bulabilirsiniz. Bu meydanda Nobel Ödüllü Fransız şair Frederic Mistral’ın bir heykeli var. Mistral aldığı ücreti Arlaten Folk Müzesi’ni kurmaya harcamış. Buradaki amacı Provence kültürünü ve geleneğini korumakmış. Van Gogh’un ünlü resminin geçtiği kafe olan Cafe la Nuit de bu meydanda. Fakat bilginiz olsun burası hem çok kalabalık hem de çok turistik. Son olarak, Malta Şövalyeleri’nin eski karargahı olan Reattu Müzesi’ne gidemesem de merak ediyorum. Belki siz zaman bulup gidersiniz.

ABBAYE DE MONTMAJOUR

Snapseed 5

Montmajour Manastırı

12.yüzyılda Romanesk tarzda inşasına başlanan bu manastır kayalar üzerine kurulmuş ve muhteşem bir doğası var. O zamanlar burası Arles’in 5 km ötesinde bir adaymış. Vincent Van Gogh çoğu kez buraya çizim tahtası gelir ve resim yaparmış. Burada 11.yy ve 14.yy arası bir zamandan kalan taş mezarlar var. Manastırda aşırı bir görkem yok. Haç işareti çok az. Tabii bu ilginç detaylar insanı komplo teorilerine sürüklüyor Jİçerisi diğer manastırlara oldukça mütevazi ve sade bir tarzda. Fakat kayalık olması ve konumu dolayısıyla oldukça görkemli. Provence’a ilk defa geliyorsanız ve zamanınız az ise burası atlanabilir. Ben böyle yapılara biraz fazlaca meraklı olduğum için gezdim ve çok beğendim.

Snapseed 8Snapseed 3Snapseed 4

İlginizi çekerse burada çekilen “The Lion in the Winter” filmine bakabilirsiniz.

LES BAUX DE PROVENCE

DSC01356

Les Baux’un taş sokakları

Devasa bir kayalık platonun üzerine kurulmuş bir orta çağ yerleşkesi burası. 1821 yılında Boksit burada keşfedilmiş. Hristiyanlar için önem teşkil eden Aziz Balthazar’ın soyundan geldiklerine inanan lordlar burada ikamet etmişler. Bu lordlar savaş esnasındaki vahşiliklerin aksine sevdikleri kadınlara karşı oldukça hassas ve şairane imişler. Aşkları ebedi ancak ulaşılamaz olmalıymış. İnsanın aklına Freud’un Oedipus komleksi gelmiyor değil! Lex Baux de Provence zamanla Prostestanlık taraftarı olup aksi politikalar yürütünce 13.Lui’nin emriyle yerle bir edilmiş.

Snapseed 11

Chateau de Les Baux

Buraya gelince yapılacak şeylerin başında sokaklarında dolaşıp buranın havasını solumak, dükkanlarına girmek, şatosunu gezmek geliyor. Şatoya ulaştığınızda Carrieres de Lumieres biletini kombine olarak almanızı öneririm.

Artık sadece harabeleri kalmış olan şatoyu gezmek çocuklular, yaşlılar ve hastalar için pek uygun değil. Özellikle şatonun surlarına çıkan merdivenler çok tehlikeli. Biz yine de yılmadık, şatoyu gezdik! Beyaz taş yapılar, esen sert rüzgâr ve sana kendini burada yaşanan acı şeylere şahit olmuş gibi hissettiren hüzünlü havasıyla benim aklıma Yüzüklerin Efendisi filmindeki Minas Tirith’i getirdi. Şatonun tepesine çıktığınızda biraz ürkseniz de sizi muhteşem Cehennem Vadisi manzarası bekliyor. Ben orada kendimi sanki uçuşan etekleriyle ufka bakan ve yaklaşan tehlikeyi lordlara haber vermeyi görev edinmiş bir lady gibi hissettim.

Şatoya girerken audioguide almanızı ve eğer bebek arabanız varsa girişte bırakmanızı tavsiye ederim. Ayrıca eğer hava yakıcı sıcak değilse burada piknik yapılabilir. İlkbahardan sonbahara kadar hafta sonları şatoda çeşitli gösteriler oluyor, ilginizi çekebilir.

Carrieres de Lumieres taşları oyup içini bir mağara gibi yapan ve bu taşlara çeşitli sanatsal eserleri yansıtan bir yer. Eğer bizim gibi Carrierers de Lumieres’e de gideceksenizLes Baux de Provence’e gelirken arabanızı Carrier de Lumiers’in otoparkına koymanızı tavsiye ederim. Gerçi geç giderseniz arabanızı koyacak yer bulamamanız ihtimal dahilinde. Eğer arabanızı rahatça koymak isterseniz buraya günün erken saati gelmeye çalışın. Böylece daha az yürümüş olursunuz. Burada biz gittiğimizde Picasso ve İspanyol Ustaları içeriği vardı. İçerideki ışık ve ses oyunları bir harika. Ancak içerisi çok soğuk ve çok karanlık. Bazen hiçbir şey görmüyorsunuz. Dikkat!

ORG_DSC07430

Carrieres de Lumieres

Son olarak, aklınızda bulunsun Les Baux de Provence’de çok güzel provansal mutfak eşyaları ve tekstil ürünleri var.

DSC01376DSC01471

ST.REMY DE PROVENCE

Geldik benim Roussillion ile birlikte en çok keyif aldığım yere… Biz Provence bölgesine gelince her seferinde biraz Roussillion’da biraz da St.Remy de Provence’da konakladık. Ayrıntıya girmeden önce size biraz St.Remy’den bahsedeyim. Ünlü kahin Nostradamus’un doğum yeri olan St.Remy, Van Gogh’un bir yıl kaldığı akıl hastanesiyle, Antik Roma harabeleriyle ve pazarıyla ünlü.

Her Çarşamba sabahı merkezde pazar kuruluyor. Bu pazarda yiyecek, içecekten tutun tekstil ve hediyelik eşyaya kadar her şeyi bulabilirsiniz. Provence’a gelmişken Pazar yapmadan dönmek olmaz. İlaha bir pazar seçeneğiniz varsa burayı tercih edin derim. Burada el yapımı harika şapkaları olan bir tezgâh var. Bu şapkaları diğerlerinden ayırt etmemeniz imkansız ama size yine de bir tüyo vereyim; bekleyen amcanın dali bıyıkları var. Geçen seferlerde pahalı geldiği için alamadım ama bir dahakine hazırlı gidip kaçırmayacağım. Bu pazarda daha önce hiçbir yerde görmediğim çok güzel gümüş saç aksesuarları gördüm. Ayrıca tanesi 6 euro’dan provansal tokalar aldım. Antika ve el yapımı tabak-çanaklar var. Fiyatları dükkânda satılanlara oranla çok uygun. Bunun dışında lavanta ve akasya balları çok lezzetli. Getirebilsem birkaç kilo alırdım. Meyveleri, ekmekleri, peynirleri, zeytinleri, lavantalı ürünlerini ve bitkisel yağlarını da kaçırmayın derim.

ORG_DSC07340

St.Remy pazarı

St. Paul de Mousole hastanesine gidip Van Gogh’un temsili odasını görmek, onun dolaştığı yerlerde dolaşmak benim için unutulmaz bir deneyimdi. Adam akıl hastanesindeki minik odada 150 resim yapıyor.

Snapseed 9

Van Gogh’un akıl hastanesinde kaldığı oda

Bu mütevazi odada yaratıcılık oluyorsa bizim yakındığımız ve bahane bulduğumuz birçok şey boşmuş diyor insan kendi kendine.

St.Remy’de görülmesi gereken bir diğer yer Glanum dedikleri 1921’de ortaya çıkarılan Roma harabeleri.

DMLXE0027

Glanum

St.Remy’de kalacaksanız genelde Mas Valentine’i önerirler. Eminim çok güzeldir. Ancak biz her gidişimizde Chateau de Roussan’da konakladık. Burası anlatılmaktan çok yaşanması gereken bir yer. Asırlık ağaçların arasına saklanmış, ihtişamlı bir 13.yy şatosu olan Roussan kibar ve zarif bir mimariye sahip. Şatoya uzun bir ağaç koridorundan geçerek geliyorsunuz ve yol boyu hafif kıvrılarak yoldan aşağı yukarı üç metre yükseklikte olan girişe ulaşıyorsunuz.

ORG_DSC07258

Uyandığınız manzara

Snapseed 7

Şatoya giden yol

Bu balkon gibi olan yerin tam ortasında zarif bir süs havuzu var. Aracınızdan inip geriye doğru baktığınızda geldiğiniz yolun ihtişamına kapılıyorsunuz. Roussan her biri farklı ismi olan yaklaşık on odası, bahçesinde kendine ait küçük bir şapeli, üst katında okunmayı bekleyen yüzlerce kitabı içeren şık bir kütüphanesi olan bir yer. Çeşmeden akan su tertemiz, cildiniz ve saçlarınız yumuşacık oluyor.

Snapseed 7

Arka bahçenin havuzu

Snapseed 3

Roussan’ın bahçesinde çay keyfi

Snapseed 2

Şatonun arka tarafı

Snapseed 10

Bu yolun solunda şapel sağında bazı odalar kalıyor.

Snapseed

Akşam üzeri Roussan

Keşfedilmeyi bekleyen oldukça büyük bir bahçesi var. Bölümler halindeki bahçede şu anda kullanılmayan oldukça hoş bir mimariye sahip bir sera, altı yunan perisinin heykelleriyle süslenmiş büyük bir havuz, bahçenin bölümleri arasında dolaşan küçük bir dere ve o derenin kavuştuğu ağaçların arkasında saklı bir nehir var. Bahçenin farklı yerlerine zarif masalar ve sandalyeler konulmuş. Genel olarak Şato Roussan sizi hapsedecek bir mekân. İçine girdiğinizde dışına çıkmak istemeyebilirsiniz.

LNGN1421

Kahvaltıda mis gibi tereyağlı kruvasan var

Unutmadan, en az bir akşam yemeğinizi burada yemenizi öneririm. Önceden rezervasyon şart!

TARASCON

Burası Rhone Nehri kıyısındaki Roi Rene şatosunun kale ve şato meraklısı olan şahsımın dikkatini çekmesiyle listeme girmişti. Bir öğleden sonra kapanış saatini kaçırmayalım diye koşa koşa gittiğimiz şatoya sanırsam o gün en son biz girdik.

DSC01537

Tarascon’daki kaleye giriş

O zamanlar 4 yaşındaki kızımın hayli dikkatini çeken şato, Gotik ve askeri tarzda inşa edilmiş. Şatoyu gezmek ve en üstünden yeşil ve nehir manzaralarını izlemek çok keyifliydi. Biz şatonun dışında bir yeri gezemedik ne yazık ki.

DSC01513

Rhone Nehri’ne bakış

AIX EN PROVENCE

“Bin çeşmeli şehir” denilen Aix en Provence adı üzerinde çeşmeleriyle ünlü. Bu yüzden olsa gerek bende ferahlık ve huzur hisleri uyandırıyor. Özellikle Cours Mirabeu denilen ünlü caddesinde uzun ağaç koridorlarının gölgeleri altında yürürken nedense özgür hissediyorum. Sanırım burada yaşayabilirim.

KXMZ3326

Cours Mirabeau

Burası M.Ö. 120 yılında Marsilyalı tacirleri Keltlerden korumak amacıyla kurulmuş. İtalya’nın dışında kurulan ilk Roma yerleşim yeri olarak gösteriliyor. Ne yazık ki barbar istilasından sonra Roma’dan kalanlar harap olmuş. Yıllar geçmiş, Belle Epoque döneminde Fransız aristokratlar buraya gelmiş ve şehir çok zenginleşmiş. Burası zamanında Fransa’nın yönetim merkeziymiş.

Şehrin merkezinde Rotonde meydanında güzel bir çeşme var. Bu çeşmenin üzerinde adaleti, tarımı ve güzel sanatları temsil eden üç figür var. Zaten bu meydan ve çeşme şehrin en ünlü caddesinin başlangıcına denk geliyor. Biz gittiğimizde Cours Mirabeu’da antika pazarı kurulmuştu. Onu gezmek çok keyifliydi.

Aix en Provence’dan bahsederken Paul Cezanne’ı ve empresyonizmi anmamak olmaz. Sosyo-ekonomik açıdan yüksek seviye bir ailenin en büyük çocuğu olan Paul Cezanne’ın babası onun hukuk veya bankacılık ile uğraşmasını istiyordu. O da uyumlu çocuk olarak hukuk okudu. Bu durum size ne kadar tanıdık geldi değil mi? Çoğumuz kendi anne babamızın ideallerini gerçekleştirmiyor muyuz? Paul Cezanne akıllı davranarak bir yandan hukuk okurken bir yandan kendi gönlünden geçeni ihmal etmeyerek sanatla ilgilendi. Yine de özgüveninin düşük olduğunu söylerler. Ne tam olarak babasının istediği hayatı yaşamış ne de kendisininkini… Paul Cezanne modern sanatın babası ve post-empresyonist bir ressamdır. Provence bölgesini yansıtan harika tabloları vardır.

Resim1

Cezanne

Cezanne bir gün ormanda resim yaparken yoldan geçen bir köylü ona ne yaptığını sorar. Cezanne ağacın resmini yaptığını söyler. Köylü şaşırır ve ona “Neden zaten orada olan ağacın resmini yapıyorsun ki?” der. Sonra Cezanne artık etrafındakileri olduğu gibi değil, kendi algıladığı şekilde resmetmeye başlar(empresyonizm). Cezanne ve empresyonizm ile ilgileniyorsanız Granet Müzesi’ni ziyaret etmenizi öneririm. Zaten müzeye giderken yolda “C” harflerini göreceksiniz.

DSC01791

Kızımla beraber Cezanne’ın izindeyiz

Ayrıca empresyonizme ilginiz varsa Paris’deki Orsay müzesinin en üst katını gezilecekler listenize eklemenizi öneririm.

Bunlar dışında Cezanne’ın stüdyosunu gezebilir, önceden Roma forumu, Pagan bir tapınak olan Holy Savoir’i ziyaret edebilir, şehrin küçük meydanlarında ve arka sokaklarında kaybolabilirsiniz.

DSC01747

Aix en Provence sokakları

Arabanızı Rotonde Meydanı’na çok yakın bir otopark olan Parking Mignet’e koymanızı ve Cezanne’ın anıları olan Les Deux Garçons’da bir şeyler yemenizi öneririm.

CAMARGUE PARKI

Özellikle çocuklu aileler için güzel bir deneyim olabilecek bir yer burası. Park demişken sakın küçük bir park alanı diye düşünmeyesiniz. Ben ilk gidişimde ona benzer bir şey düşünüp boşa bir sürü zaman harcadım da o yüzden söylüyorum! Camargue parkında gölde oynaşan atlar, pembe flamingolar, boğalar ve hoş bir doğa ile karşılaşabilirsiniz. Ama karşılaşmayadabilirsiniz JHepsinin yerleri parkın farklı alanlarında ve aralarında uzak mesafeler var. Eğer buraya giden ve güzel bir yol haritası olanlar varsa bilgilendirilmeye açığım 🙂

GEZİLEBİLECEK DİĞER YERLER

Benim gitmemiş olduğum ancak atlamak istemeyebileceğiniz bazı yerlerden bahsedeyim. Orange, Avrupa’nın en büyük Roma anıtlarından ikisini barındıran ve pazaryeri ünlü olan bir yer. Biraz yukarıda kalıyor, o yüzden biz gidemedik. Chateauneuf-du-Pape Avignon papalarının yaptırdığı şatosuyla ve şarap mahzenleriyle ünlü. Şarap tadımı için gidilebilir. Son olarak Nimesşehri en az Arles kadar gezmeye değer diye düşünüyorum.

 

 

2 replies »

Yorum bırakın