Önceki yazılarımda size Fransa’ya gitmeden önce bilmeniz gerekenlerden ve Provence bölgesinden ayrıntılı olarak bahsetmiştim. Şimdi anlatmaya Fransa’nın incisi, “mavi kıyı” dedikleri “Cote d’Azur”dan devam ediyorum.
Cote d’Azur Fransa’nın güney doğusuna denk gelen -tam sınırı belli olmasa da-Cassis ile İtalya sınırı arasında kalan bölgeye verilen isim. Burasının Avrupa’nın en gözde tatil merkezlerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Cote d’Azur’da denizin ve güneşin keyfini çıkarabilir, tarihi kentleri dolaşabilir, ünlü sanatçıların eserlerini inceleyebileceğiniz müzeleri gezebilir ve eğlenceli vakit geçirebilirsiniz.
Eğer dört dörtlük bir Cote d’Azur ziyareti yapmak isterseniz buraya yazın gitmenizi öneririm. Bölge yazın çok kalabalık oluyor fakat (bence) kalabalıktan rahatsızlık duyulmuyor. Kimse kimseye bakmıyor ve insanlar sınırlara çok saygı duyuyor. Baharda hava çok değişken olsa da hava sıcaklığı gayet yüksek merak etmeyin. Mayıs başında sevgili babam burada denizin tadına baktı ve çok soğuk olduğunu söyledi. Nitekim -denize giren tek kişinin babam olduğunu düşününce- bu yorum kulağa makul geliyor.
Bölgeyi araba kiralayarak gezebileceğiniz gibi, tren ve otobüs ile de gezebilirsiniz. Eğer araba kiralayacaksanız Eze’de, tren ile seyahat edecekseniz Nice’de konaklamanızı öneririm.
NICE
Nice Cote d’Azur’un başkenti ve Akdeniz sahillerindeki en büyük tatil merkezi. Yunanlıların kurduğu Nice, sonradan bir Roma kolonisi olmuş. II. Dünya Savaşı’na kadar dünyanın farklı yerlerindeki aristokratların tatil yeri olan Nice, II. Dünya Savaşı’ndan sonra da bu işlevini korumuş. Halen birçok aristokrat ve ünlü burada tatil yapıyor.

Nice sahiline bakış
Cote d’Azur’u gezecekseniz İstanbul’dan doğrudan Nice’e uçabilirsiniz. Uçak inişe geçtiğinde aşağıdaki manzaraya dikkat edin. Turkuaz rengi denize bitişik beton yığınları ve onların arkasında devasa yeşil alanlar göreceksiniz. Bu yeşil alanların ortasında küçük kasabalar… Kısmen bizdeki Karadeniz Bölgesi’ne benzeyen bir yerleşim yeri. Tabii daha sıcağı ve daha temizi…
Biz Nice’e her gelişimizde araba kiraladık. Açık konuşmak gerekirse, mevsim ne olursa olsun Nice’de araba için park yeri bulmak oldukça meşakkatli. Bir kere yolunuzu kaybedince yolu tekrar bulmak çok zor. Ayrıca otobüsler için ayrı bir şerit var. Biz her seferinde -nasıl oluyorsa- kendimizi bu şeritte bulup gerginlik yaşadık. Siz, geldiğinizde arabanızı -yer bulabilirseniz- ‘Parking Nice Promenade’ye koyabilirsiniz. Böylece gezmeye güzel bir konumdan başlamış olursunuz.
Nice’in deniz kıyısı boyunca uzanan yola Promenade des Anglais deniyor. Burası yağmurlu ve kararsız havadan sıkılan İngilizlerin 1830’larda yaptırdığı 8 km’lik bir otoyol. Buranın başında Hotel Negresco bulunuyor.

Hotel Negresco
Bu tarihi ve hoş otel Nice’in en pahalı odalarını barındırıyor. Şatafatsız ve sade girişi sizi aldatmasın, otel 1913 yılında inşa edildiği zaman girişler kuzeyden yapıldığı için asıl girişi terste kalmış. Picasso, Dali, Hemingway, Micheal Jackson gibi sanatçıların uğrak yeri olmuş olan otel adeta bir müze. İçinde Gustav Eiffel tarafından yapılmış metal bir avize bile var. Otelin sahibi olan Jeanne Augier otelin gelirini hayvanlara ve kimsesizlere miras bırakmış. Konuklar hayvanlarıyla gelip bu otelde rahatça konaklayabiliyorlar. Normalde turistlerin girmesi yasak olmasına rağmen girişteki görevliye (önceden rezervasyon yaptırdıysanız) restoranda bir şey yiyeceğinizi veya barda bir şeyler içeceğinizi belirterek giriş izni alabilirsiniz. Hotel Negresco’nun yanında Villa Massena’yı göreceksiniz. Burası Nice’in belle-epoque dönemine şahit olmak isteyenlere faydalı olabilecek bir 19. yy İtalyan villası. Zamanınız yoksa atlanabilir.

Promenade des Anglais’de akşam yürüyüşü yaparken… Arkada Hotel Negresco’yu görebilirsiniz.
Villa Massena’yı gezdikten sonra Promenade des Anglais’deki yürüyüşünüze devam edebilirsiniz. Eğer isterseniz turkuaz rengi denizde yüzebilir, güneşin tadını çıkarabilirsiniz. Suyun temiz olmasına rağmen çoğu zaman dalgalı olduğunu ve taşlı olduğunu da belirtelim. Nice sahilinde güzel plaj restoranları da mevcut.

Turkuaz renkli deniz ve taşlık sahil
Bence sahil boyunca kaleye kadar yürüyün. Kale kalıntılarına ya zorlu bir merdiven tırmanışıyla ya da asansörle çıkabilirsiniz. Çıktığınızda güzel bir manzara, oyun alanı, kafe ve mezarlık ile karşılaşacaksınız.
Kalede vakit geçirdikten sonra mezarlıktan geçerek doğrudan eski şehir merkezine ulaşabilirsiniz. Eski şehir merkezinde Çiçek Pazar’ı (Cours Saleya), hediyelik eşya dükkanları, şirin restoranlar, İtalyan tarzını yansıtan pastel renkli binalar ilginizi çekecektir. Burada vakit geçirdikten sonra Place Massena ve Promenade du Paillon’a geçersiniz. Eğer çocuğunuz varsa veya siz çocuk ruhluysanız Promenade de Paillon’da çok eğlenceli vakit geçireceksiniz. Burası yüzlerce fıskiyenin bulunduğu bir çeşit su parkı. Sıcaktan bunalan ve oyun oynamayı seven insanlar için birebir.

Promenade du Paillon
Fıskiyelerin su fışkırtmadığı zaman alanın bir ucundan başlayıp koşarak diğer ucuna gitmek ve giderken sulara yakalanmamaya çalışmak çok eğlenceli oluyor.

Bu da Promenade du Paillon’a gece bakışı
Burada eğlendikten sonra Galeries Lafayette’de alışveriş yapabilir ve sonra –biraz uzak kalsa da- Marc Chagall Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Bu müze Nice’in en şık semti olan Cimieztepesinin eteğinde kalıyor. Bu noktada araya girip biraz Marc Chagall’dan bahsedelim.
Belarus’daki küçük bir kasabada doğan Marc Chagall, geleneksel bir Rus Yahudi ailesinin dokuz çocuğundan en büyüğü. Paris’de, Rusya’da ve Filistin’de bulunarak sanatını geliştiriyor. İzlenimcilik ve Kubizm ile ilgileniyor fakat daha seçilebilir figürler çizmeyi tercih ediyor. II. Dünya Savaşı sırasında Yahudi kimliğinin tehdit içermesinden dolayı New York’a gidiyor. Savaş sonrası Güney Fransa’ya gelerek St. Paul de Vence’e yerleşiyor. Paris’deki Opera Garnier’in tavanındaki vitraylarda emeği olan Chagall’ın resimleri genelde din ve aşk temalı. “Yahudi olmasan ressam olmazdım” diyen Chagall, “savaş” isimli tablosunda kaçış ve çaresizliği işler.

Bu tabloda kaçış ve çaresizlik hissediliyor. Yakılan binalar ve çaresizlik içerisindeki insanlar…
Marc Chagall müzesi haricinde Rus Ortodoks St. Nicolas Katedrali’ni ve Matisse Müzesi’ni de gezebilirsiniz.
Son olarak, biz Nice’de Pizza Cresci’de ve Comptoir du Marche’de yemek yemiştik. İkisinden de memnun kaldık.
ST. PAUL DE VENCE
Nice’den Provence’a doğru yarım saat uzaklıkta, geçmişte Fransız sınır karakolu olan Saint Paul de Vence 16. yy’dan kalma surları, Orta çağ mimarisi yapıları, sanat galerileri ve enfes manzaralarıyla aklımızda yer etti. Burası izlenimcilik akımı ile birlikte 20. yy’da ressamların ve yazarların akımına uğramış. Pablo Picasso, Paul Signac, Marc Chagall bunlardan sadece bazıları. Zaten birçok sanatçının burası ile ilgili eserleri mevcut.

Paul Signac tablosu

St. Paul de Vence’e uzaktan bakış
St. Paul de Vence çok popüler olması sebebiyle her mevsim turist akımına uğruyor. Dolayısıyla buraya günün erken veya geç bir saati gelmenizi tavsiye ederim. Arabanızı park ettikten sonra biraz yokuş yukarı yürüyeceksiniz. St. Paul de Vence’in surlarının dışında “Colombe d’Or” nam-ı diğer “Altın Kaz Oteli”ni göreceksiniz. Burası 20. yy’da sanatçıların buluşma noktası olan bir han. İçeride özellikle burayı uğrak yeri edinmiş birçok sanatçının eserleri mevcut. Burada konaklayan bazı sanatçılar ücret yerine eserlerini bırakırlarmış. 25 odalı otelde konaklayabilir (geceliği 250-430 euro arasında değişiyor) veya restoranında bir şeyler yiyebilirsiniz. Fakat önceden rezervasyon yaptırmanız şart. Ne yazık ki diğer türlü içini görmeniz mümkün değil. Biz henüz göremedik.

St. Paul de Vence’e gelmişken bu açıdan fotoğraf çekmemek olmaz!
St. Paul de Vence’in dar sokakları ve taş yolları ile turist kalabalığı birleşince yürümenin zorlaştığının ve eğer bebek arabası ile geliyorsanız önceden enerji toplamanız gerektiğinin altını çizeyim.

Surların etrafından yürürken

St. Paul de Vence temalı ürünler
Burada gezerken gönül rahatlığı ile kaybolup keşfe çıkabilirsiniz. Bu keşifte adeta her yerden çiçek fışkırdığını göreceksiniz. Manzarayı mı çeksem, sokakları mı çeksem, dükkanları mı çeksem yoksa çiçekleri mi çeksem bilemeyeceksiniz. St. Paul de Vence sanki fotoğraf meraklıları için dizayn edilmiş.

Bunları çooook beğendim.

St. Paul de Vence sokakları
Avrupa’nın en iyi modern sanat müzeleri arasında yer alan Fondation Maeght’de burada. Eğer modern sanata ilginiz varsa aklınızda bulunsun.

Şu köşede biraz oturalım.
ANTIBES
Antibes Nice’den oldukça küçük, son derece nezih, sempatik bir yerleşim yeri. Ayrıca oldukça derin bir tarihi de var.
Antik Yunanlılar tarafından kurulan Antibes sonradan Roma İmparatorluğu ile iş birliği yaparak Roma’ya katılmış. Roma düşünce korsan istilasına uğrayan Antibes, Cenova’nın gücü sayesinde bu istilayı atlatmış. 11.yy’da Papa’ya bağlı feodal bir yapılanması varmış. Eskiden Cenovalı tacirler olan Grimaldi ailesi, çok zenginleşmiş ve Papa’ya borç vermiş. Papa borcunu ödeyememiş. Zaman içerisinde Antibes Fransa Krallığı’nın güneydoğu limanı olmuş.
Antibes’e geldiğinizde aracınızı liman ile eski şehir arasındaki kapalı otoparka koymanızı öneririm. Otoparktan çıktığınızda önünüze doğrudan yat limanı çıkacak. Bu liman Avrupa’daki en büyük yat limanlarından biri olarak gösteriliyor. Yat limanında dolaştıktan sonra eski şehri gezebilirsiniz.

Antibes sokakları
Burada “Gelateria del Porto”da hayatımın en lezzetli sütlü dondurmasını yedim. Fakat dondurma porsiyonları bize göre çok büyük ve dondurmalarının kıvamı çok akışkan olduğu için en küçük boy alıp hemen yemenizi tavsiye ederim. Dondurmacının hemen ilerisinde pazar yerini “Marche Provençal” göreceksiniz. Saat 13:00’de kapanan bu pazarı dolaşıp provansal ürünler alabilirsiniz.

Antibes
Dondurmacıyı arkanıza aldığınızda pazar yerinin sağındaki dar sokağa girerseniz, ileride sağda çok lezzetli yerel ürünler satan bir dükkân var. Biz buradan lavanta balı almıştık, gerçekten de çok lezizdi. Bu sokaktan devam edince karşınıza şirin mi şirin bir meydan çıkacak.

Plage de la Gravette
Antibes’e yaz dönemi geliyorsanız plajlarında güneşin ve kumun keyfini çıkarıp denizinde yüzebilirsiniz. Antibes’in iki tane plajı var. Plage de la Gravette arabanızı hiç yerinden oynatmadan kale manzarası eşliğinde denize girmek isteyenler için uygun.Plage du Ponteil ise biraz uzakta kalıyor ancak kumsalı daha geniş olduğu için daha rahat edebilirsiniz.
Antibes’de Monaco kraliyet ailesinin olan Chateau Grimaldi şimdi Picasso Müzesi olarak hizmet veriyor. Picasso 1946 yılında bir süre bu şatoda konaklamış.
İspanyol ressam ve heykeltraş olan Pablo Picasso, 20. yy sanatının belki de en bilinen ismi. Kubizmin babası olarak bilinen Picasso’nun izlerini Provence ve Cote d’Azur’da rahatlıkla görebilirsiniz.

Ağlayan Kadın
Antibes’de limanın ötesinde Fort Carre’yi göreceksiniz. Bu kale 16.yy’da Fransa ve Nice arasında sınır olarak inşa edilmiş. Dışarıdan oldukça heybetli duran kalenin içerisi beklentileri karşılamıyor. Bu kale James Bond filminde kullanılmış ve devrim süresinde Napolyon buraya hapsedilmiş.
Son olarak, Antibes’den sonra yine benzer bir yer olan Juan Les Pins’e uğrayıp denizin keyfini çıkarabilirsiniz. Yolda güzel manzaralar ve lüks villalar ile karşılaşacaksınız.
CANNES
Her sene mayıs ayında düzenlenen film festivali dolayısıyla Cannes’ın (Kan diye okunuyor) adını duyduğunuzdan eminim. Burada tarihten ziyade kumluk güzel bir plaj, lüks mağazalar, şık yazlık evler bulacak ve her an bir ünlü ile karşılaşma ihtimaliniz olduğunu bilerek dolaşacaksınız. Açıkçası biz denizini bulanık bulduk.

Cannes meydanı
Biz gitmedik ancak buradan St. Honorat ve Ste-Marguerite adalarına ulaşabilirsiniz.
ST. TROPEZ
Gitmediğim bir yer olmasına rağmen ayrı bir başlık açmam gerektiğini düşündüğüm tek yer St. Tropez olabilir. St. Tropez’e gitmek oldukça meşakkatli çünkü yol uzak ve yoğun bir trafikle karşılaşma ihtimaliniz yüksek. Ayrıca çok pahalı ve aşırı lüks. Yine de denizinin çok temiz olduğunu duydum. Belki bir dahaki gidişimde denizi ve kumsalı için gidebilirim.
1800’lerde ressam Paul Signac burayı keşfediyor ve birkaç arkadaşını buraya getiriyor. Sonra 1956 yapımı bir film olan “…Ve Tanrı Kadını Yarattı” ile ünleniyor.
EZE
Nice’e yaklaşık yarım saat mesafedeki bir tepe köyü olan Eze’ye doğru ilerlerken bir tarafınızda sonsuz gibi görünen Akdeniz suları, diğer tarafınızda Fransız Riveria’sının cömert yeşilliği arasında adım adım yükseliyorsunuz. En başta Nice’e bu kadar kısa mesafede ne kadar farklı bir yer olabilir diye düşünürken Eze’ye ulaştığınızda başka bir ülkeye gitmişsiniz hissine kapılıyorsunuz. Bambaşka bir mimari, bambaşka bir atmosfer ve yaşam tarzı…

Eze’deki Egzotik Botanik Bahçesi’nden manzara
Eze köyü de oldukça turistik olduğu için tavsiyem güneş batımına yakın gitmeniz. Özellikle Eze köyünün tepesindeki Jardin Exotique’den günbatımı manzarası bir harika oluyor.
Eze de St. Paul de Vence ve Les Baux de Provence gibi sanat galerileriyle, taş yapılarıyla ve eğimli, dar sokaklarıyla tipik bir orta çağ kasabasına benziyor. Arabanızı park edip yukarı yürüdüğünüzde karışınıza Chateau Eze çıkacak. Nerede bu diye sormayın çünkü zaten oraya giren ultra-lüks arabalardan anlayacaksınız. Burada bir öğle yemeği yiyebilir veya barında bir şeyler içerek enfes manzaranın tadına bakabilirsiniz.

Eze sokakları
Chateau Eze’ye gelmeden hemen önce solunuzda “Nietzsche path” diye bir tabela göreceksiniz. Burası Nietzsche’nin bir dönem ilham aldığı yer olduğu için sembolik olarak bir yürüyüş yolu yapmışlar.

Hotel Hermitage
Biz Eze’de Hotel Hermitage ve Eza Vista otellerinde konakladık. Hotel Hermitage daha lüks ve çocuklu aileler için daha uygun. Ayrıca restoranı Michelin yıldızlı ve her damağa hitap ediyor. Eza Vista ise çok ferah, manzaralı ve eski şehre yakın olduğu için otopark sıkıntısı yaşatmıyor. Fakat yiyecek kalitesi Hotel Hermitage’ı yakalayamıyor.
VILLEFRANCE-SUR-MER
Eze’den 15-20 dakika uzaklıkta olan Villefrance-sur-Mer’e giderken gözünüz yeşile doyarken, aklınız pastel renkli zarif villalarda kalacak. Araba ile seyahat bu yolda çok huzur verici. Fakat yollar oldukça dar bilginiz olsun.

Villefranche’de deniz keyfi
Villefrance-sur-mer’e deniz kıyafetlerinizle gelin. Arabanızı “Parking Plage Villefrance”ye koyun. Arkanızda tren yolu ve yemyeşil bir manzara, önünüzde lüks yatlar ve pastel renkli binalar eşliğinde tertemiz denizin keyfini çıkarın. Burada su çok temiz ve sakin. Fakat arabanıza yer bulmanız için erken saatte gelmeniz gerekiyor.

Sıcağı görünce soyunan Mete
İtalyan esintileri hissedilen Villefrance eskiden bir Roma limanıymış. Eskiden balıkçılıkla uğraşan halk barbar istilasından sonra yukarılara yerleşip tarım ile ilgilenmeye başlamış. Provence Dükü’nü Saracen Türkler’ine karşı destekleyince tekrar sahile inip vergiden muaf tutulmuşlar. “Franche” vergisiz anlamına geliyormuş.

Villefranche’den Cap Ferrat’a doğru giderken sağınızda bu manzara kalıyor.
Biz arabayla Villefranche-sur-mer’in içini dolaştık ancak deniz sefamız uzadığı için yaya olarak gezmeye fırsat bulamadık. Ancak şöyle söyleyeyim, dar ve eğimli sokakları süsleyen sarı ve turuncuya çalan pastel renkli binaların arasından turkuaz rengi deniz görünüyor. Binaların renkleri, mimarileri çok hoş.

Yollar
CAP FERRAT
Geldik Cote d’Azur’daki en güzel yere… Villefranche-sur-mer’den 5-10 dakikalık mesafede olan bu yarımada adeta cennet gibi bir güzellikte. Bu yarımada yeşilin bin bir tonundaki bitkilerle, lüks villalarla, tertemiz havasıyla, doğal ve şık plajlarıyla ünlü.
Buraya geldiğinizde önce -çok kalabalıklaşmadan- Villa Ephrussi de Rothschild’ı gezebilirsiniz. 1905 yılında inşa edilen Villa’nın mimarisi oldukça karışık. Seyahat etmeyi çok seven Beatrice Rotschild villayı adeta bir kültür salatalığına çevirmiş. Antik Yunan’dan Fars esintilerine kadar her çeşit yapı ve aksesuar mevcut.

Villanın giriş holü
Villayı gezmeden kendinize bir audioguide alın ve bence gitmeden Rothschild Ailesi ile ilgili ufak çaplı da olsa bir araştırma yapın. Villayı gezerken dünyayı yöneten bir ailenin gücünü hissedebiliyorsunuz. Villanın içini gezdikten sonra öğle yemeğinizi restoranında muhteşem manzara eşliğinde yiyebilirsiniz. Sonra topladığınız enerjiyle bahçelerini gezebilirsiniz. Biz mayıs başında buraya geldiğimizde şansımıza gül festivali vardı. Bahçede tezgahlar açılmış, gül ürünleri satılıyordu. Ayrıca çeşitli gösteriler yapılıyordu. Fakat bu yüzden çok kalabalıktı ve arabamızı uzağa koymak zorunda kalmıştık. İyi ki de uzağa koymuşuz. Böylece yürürken burnumuz temiz havaya, gözlerimiz yeşil ve maviye doymuş oldu.

Villanın bahçesi
Villa Rothschild’ı gezdikten sonra yürüyerek Plage de Passable’a gidebilir ve muhteşem koyda denizin keyfini çıkartabilirsiniz. Eğer enerjiniz yerindeyse, bütün yarımadayı yürüyebilirsiniz.

Cap Ferrat

yamuk ama idare edin artık
Cap Ferrat’ın anakarayla birleştiği yerde bir arkeolog tarafından 1908 yılında Antik Yunan Malikanesi şeklinde yaptırılan Villa Kerylos ziyaret edilebilir. Burası bana Como Gölü villalarını anımsattı. Mimarisine ve konumuna hayran kaldım. Çok bilinmeyen bir yer olduğu için gezmesi de rahat oldu.

Villa Kerylos’un salonu
MONACO
Monaco bağımsız bir ülke olmasına rağmen Fransa’nın atadığı bir başkan tarafından yönetiliyor. Ordusu sadece 80 kişi. Grace Kelly’nin hatırına gittiğimiz Monaco ayrıca dünyanın en ünlü otomobil yarışlarına ev sahipliği yapıyor.

Prens’in Sarayı’nın bahçesinden manzara
1860 yılında topraklarının çoğunu kaybeden Monaco, gazinonun inşası ve tren yolunun bağlanmasıyla zenginliğe kavuşmuş. Grimaldi soyundan gelen Monaco Prensliği’nin başında şu anda Grace Kelly’nin oğlu Prens Albert var. Prens Albert çevre dostu bir adam. Nitekim Monaco’da Okyanus Müzesi, Egzotik Bahçe ve sık sık görebileceğiniz elektrikli arabaları şarj etmek için şarj makineleri var.

Monte Carlo
Monaco ilk görüşte bina yığını izlenimi verse de arabadan inip eski şehirde dolaştığınızda buraya içiniz biraz olsun ısınıyor. Burada pasaportunuzu yanınıza almaya ve kurallara uymaya özen gösterin.

Monte Carlo
Gezebileceğiniz yerler; Prens’in Sarayı, Katedral, Okyanus Müzesi, Egzotik Bahçe, Liman, Gazino.
Gazino’ya girmek niyetinde iseniz düzgün bir ayakkabı giymelisiniz. Sizi salaş görürlerse kapıdan çevirebilirler.
MENTON

İtalyan tarzı evleriyle Menton
Cote d’Azur’un İtalya sınırına oldukça yakın bir konumda olan Menton İtalyan tarzını en çok yansıtan Fransız şehri. Menton’da zerafetleriyle belle-epoque dönemi villalar görebilirsiniz. Menton’a gelince arabanızı Q-Park Hotel de Ville’ye park ederseniz, gezmeye merkeze ve sahile yakın güzel bir konumdan başlamış olursunuz. Aracınızı park ettikten sonra otoparkı arkanıza alıp sola doğru yürürseniz ilerideki hareketliliği göreceksiniz. Eski şehir merkezinde meyve ve sebzeye doyarsınız. Burası limonu ve turunçgilleri ile ünlü olduğu için bu tarz hediyelik ürünler bulabilirsiniz. Biraz daha ilerlediğinizde sahile gelirsiniz. Sahilde yürümeye yine soldan devam edip İtalyan tarzı sarı ve turuncu tonlarındaki küçük balkonlu evleri görürsünüz.

Menton sahili
Dilerseniz geniş kumsalında güneşlenip denizin keyfini çıkarabilirsiniz. Menton’da yukarıdan güzel bir manzara yakalamak için yukarıdaki cemetery yani mezarlığa çıkabilirsiniz. Menton’da dikkatimi çeken Hotel de Ville’in önündeki güller ve kalp şeklinde kesilmiş pembe-beyaz kağıtlardı.

Ece burayı çok sevdi
Kategoriler:Genel